Suat Yazıcı
Ocak-2025
“Bir gün dekorasyon insan hayatının vazgeçilmez bir parçası olacak!” cümlesiyle dekorasyon kelimesini ilk defa duyan ve büyüsüne kapılarak Sanat Enstütüsü’nde Ağaç İşleri Bölümü`nü seçen! Marangozlukla kalmayıp mesleğini geliştirerek, sanatla yoğuran... Eserlerindeki ruh, incelik ve tabiat sevgisini “Ağaçla Bir Ömür” perspektifi ile sanatseverlerin beğenisine sunan... Yarım asırdır ağaca, sanata, zanaata, mesleğe, irfana, milli kültürümüze hizmeti geçen... Bilgi, tecrübe ve birikimiyle ülkemizin önde gelen ahşap sanatkârlarından Sevgili Suat Yazıcı!
Marangozluğa aileden yatkınlık olsa da hem alaylı hem de mektepli ahşap sanatkârlarımızdan biri olarak bu büyüleyici yolculuğa Galata Kuledibi’nde ceviz bir sandıkla başlar! Ustamızın elinden çıkan kavukluklardan tavan göbeklerine, tablolardan çalışma masalarına, ayna çerçevelerinden kuş evlerine, şövalelerden rahlelere kadar yüzlerce eser bulundukları her ortam da milli kültürümüzün tüm güzelliklerini ortaya koyarken bizlere de ilham kaynağı olmaya devam ediyor!
Adeta bir film şeridinden geçer gibi ağaçla geçen koca bir ömrü izleyip, o dönemlere ışınlanıyorum! Böylesi derya deniz bir sohbetten nasıl büyülenmem ve kalemime sarılmam! Sohbetimizin her bir kısmı ayrı bir araştırma, ayrı bir yazı konusu! Yaşam alanlarımızın, çalışma ortamlarımızın derinliği olan eşyalarla dekore edilebilmesi; bizlere keşfedilecek bir dünya oluştururken, ruhumuzu, kalemimizi beslemeye devam eder! Evlerimizde, ofislerimizde; keşfedebileceğimiz, derinliği olan onlarca eşya arasında yaşam gerçekten büyüleyici olur!
Ağaç İşleri Atölyesi`nde ahşap sanatımıza yeni eserler kazandırmaya devam eden Sevgili Suat Yazıcı ile ahşabın dinlendirici derinliği, sanat, estetik ve ahşap oyma üzerine doyurucu sohbetimiz hızla devam ediyordu!

10 Kasım 1952 yılında Bingöl’ün Kiğı İlçesi Dallıca Köyü’nde doğan Suat Yazıcı, beş sınıfa bir öğretmenin baktığı bu köyde ilkokulu ve ortaokulu okudu. Lise eğitiminde ise ailesi öğretmen okuluna gitmesini istedi ancak kendisi bu okula gitmeyi istemeyerek babası tarafından Bingöl Sanat Enstitüsü’ne kayıt ettirildi. Dekorasyon kelimesinin büyüsüyle seçmiş olduğu Ağaç İşleri Bölümü`nü ise 1967-1970 döneminde tamamlayarak, birincilikle mezun oldu.
Bingöl Sanat Enstütüsü’nde Torna-Tesviye, Metal İşleri ve Ağaç İşleri olmak üzere üç bölüm vardı. Sevgili Suat Yazıcı’ya hemen “Marangozluğa aileden yakınlığınız olsa da öğretmeninizin söylemiş olduğu "dekorasyon" kelimesinin büyüsüne kapılarak Ağaç İşleri Bölümü`nü seçmiştiniz değil mi?” diyorum.
“Evet o yıl Bingöl`de Sanat Enstitüsü açılmıştı. Kayıt oldum; Enstütü de öğrencilerin gönüllü olarak seçebileceği Torna- Tesviye, Metal İşleri ve Ağaç İşleri olmak üzere üç bölüm var... Bir ay geçti bölümlerimiz hâlâ belli değil. İki yol var ya gönüllü bölüm seçilecek ya da sınav yapılacak. Bir ayın sonunda bölümlerimizi seçebilmemiz için hocalarımız bölümlerini tanıtıyor! Ağaç İşleri bölümüne henüz öğretmen tayin edilmemişti. Okulun kurucu müdürü Rahmetli Sezai Yalınes ağaç işleri okumuş; görgüsü, bilgisi, idareciliği, yüksek ikna kabiliyeti gibi çok önemli meziyetleri olan bir hocamız idi! Sezai Hoca ağaç işlerini anlatırken benim gibi bir köylü çocuğuna “Bir gün dekorasyon insan hayatının vazgeçilmez bir parçası olacak.” dedi. Dekarosyon kelimesi; elektriği olmayan bir köyde yetişen, yer sofrası ve o sofranın etrafındaki kürsüler, tahta kerevet üzerindeki ot yastıklardan başka bir şey bilmeyen biri için çok yeni idi! İşte benim marangozluk serüvenimin başlangıcı Sevgili Sezai Yalınes’in Ağaç İşleri Bölümü`nü tanıtırken kullandığı bu cümle oldu! Marangozluğa aileden yakınlığım olsa da dekorasyon kelimesini ilk defa duyan bir kişi olarak dekorasyon kelimesinin büyüsüne ve hocamın mesleğini doğru tanıtma kabiliyetine güvenip, gönüllü olarak Ağaç İşleri Bölümü’nü seçtim! Ortaokul arkadaşlarım “Torna tesfiyede, metal işlerinde mekanik dersleri var, korktun o yüzden ağaç işlerini seçtin!” dediler ama aslında ben iyi matematikçiyim ve tüm başarımı matematiğe borçluyum... Matematik bilmeyenden marongoz olmaz!”

Sevgili Suat Yazıcı her zamanki bilge, dingin haliyle hemen karşımda oturuyor ve ders niteliğindeki cümleleriyle sürükleyici bir şekilde anlatmaya devam ediyordu! Her kelimesi insanı aydınlatan, kültür ve ruh dünyamızı yansıtan, anahtar kelimelerle bütüne gidebildiğim, tek paragraflık kitaplar âdeta!
Hemen ekliyorum “Rahmetli Hayri Yazıcı ve Tahsin Yazıcı babanızın amcasının oğulları! Enstitüyü birincilikle bitirdikten sonra büyük bir gururla umudun, ümidin şehri İstanbul’a Hayri Yazıcı’nın yanına geliyorsunuz! Teorik eğitiminizin pratiğe dönüşme süreci Hayri Yazıcı’nın atölyesinde başlıyor! Rahmetli Hayri Yazıcı köydeyken de sanata meraklı imiş! Rahmetli Tahsin Yazıcı ise Arap, Fars dilleri eğitimi almış, iki dönem İstanbul Üniversitesi Dekanlığı yapmış, yurt dışı da dâhil olmak üzere yayınlanmış birçok makalesi olan ilim-irfan sahibi bir kişiymiş değil mi?” diyorum.
“Anadolu’dan gelen her insan gibi ben de İstanbul’a kaderimi aramaya geldim! İlk geldiğim semt ise Üsküdar! O gün Üsküdar’ı nasıl incir kokusu sarmış! Mest olmuş ve Üsküdar’ın şu an dahi kaybetmediği o mistik dokusundan çok etkilenmiştim! İstanbul’a geliş hedefim de hem çalışmak hem de okumak! Allah rahmet eylesin babamın amcasının oğulları Hayri Yazıcı ve Tahsin Yazıcı 1930’lu yıllarda okumak için İstanbul’a gelmişler. Kan bağıyla amcam ama daha çok vefa bağıyla ustam olan Hayri Yazıcı marangozluk mesleğinin kalbi olan Galata’nın Kuledibi’ne gelerek son kuşak Rum ustalardan marangozluk mesleğini öğrenmiş. Hayri Yazıcı köydeyken de sanata meraklı, mesleğini aşkla icra eden, çok iyi zanaatkâr, işini ve bilgisini sakınmayan bir ustaydı!”
“1970 yılında dönemin marangozlukla özdeşleşmiş semti Galata Kuledibi’nde Hayri Yazıcı Atölyesi’nde çalışmaya başladım. Bir yandan marangozluk mesleğinin inceliklerini öğrenirken bir yandan üniversite eğitimi için hazırlanıyordum. Hayri Yazıcı mesleği Rum ustalardan öğrenmiş. O zamanlar birçok milletin mensuplarının olduğu, kültürlerinin yüklendiği bu bölgede Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, İtalyanlar, Bolşevik İhtilâlinde Rusya’dan İstanbul’a kaçan Beyaz Ruslar vardı! Her biri farklı kültür ve ayrı ayrı mesleklerini yapıyorlar!. Bizim sokağımızda, atölyenin hemen karşısında Doğan Apartmanı’nın altında bir nalbur dükkânı vardı, sahibi Rum’du. Hemen bitişiğimizde Yahudi vatandaşımızın binası vardı. Onun altında bir buzdolabı tamircisi “Usta Leon”. Az ileride İtalyan su tesisatçısı vardı, o da “Usta Paul”. İşte bütün kültürlerin karmaşasında tecrübe kazandım!”
“Ben ise Hayri Usta`nın atölyesine gelene kadar bu mesleği bildiğimi zannediyordum. Okulu birincilikle bitirmişim ve atölyeye gururla gitmişim! Ama atölyede ilk iki saat içerisinde hiçbir şey bilmediğimi, el melekelerimin gelişmediğini fark ettim. Dedim ki “Amca ben buraya gelene kadar çok şey bildiğimi düşünüyordum ama aslında bir şey bilmiyormuşum! Siz bana iş verirseniz ben size zarar verebilirim!” Ve kendisi beni 18 yaşında çıraklığa tayin etti! Sıfırdan başlayarak o atölyede çıraklığa soyundum, dört ay ortalıkta dolaştım... Her ne iş verirlerse yapmaya çalıştım! Dört ay sonra projeli bir iş geldi ve benim hayatım tam da o gün değişti! Hayri Amca çok iyi zanaatkâr ama proje okumasını bilmiyor. Bizler ise o günkü sanat mekteplerinde çok iyi teknik resim dersleri almıştık. Mesleğin temel esaslarını öğreten okul eğitimim sayesinde öğrenme sürecim çok kısa sürdü!”
“Rahmetli Tahsin Yazıcı ise dediğiniz gibi Fars Dili ve Edebiyatı Uzmanı. 1970’ten itibaren iki dönem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı yaptı. 1981’de yeniden yapılandırılan Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Başkanlığı’na getirildi. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi’de çalıştı. 1988’de davet edildiği Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün ilim heyeti başkanlığını 20 Kasım 2002 tarihindeki ölümüne kadar sürdürdü. Yurt dışı da dahi olmak üzere yayınlanmış birçok makalesi olan, birçok uluslararası kongreye katılan dünyaca ünlü bir profesör idi!”

Heyecanla ekliyorum “Hayri Yazıcı’nın ustalığının yanı sıra Mimar Mehmet Tataroğlu`nun sizi Geleneksel Türk İslam Ahşap Sanatları ile tanıştırması hayatınıza yön veren en önemli adımlardan biriydi değil mi? ”
“Evet, yine 1970’li yıllarda Yüksek Mimar Mehmet Tataroğlu profesyonel işlerime, eserlerime hem de hayatıma yön vermiştir! Çizdiği ve yönettiği sayısız projeler bir yana plastik sanatların her türünü sindirmiş, sanat eserinin her detayını okuyabilecek kadar uzmanlaşmış bir sanat aşığıdır! Şuan 91 yaşında! Ayda bir sohbetine katılırım! Kendisi Erzincanlı, İstanbul’a gelerek Galatasaray Lisesi devamında ise İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyor. Gururla söylüyorum ki Mehmet Tataroğlu’nun bana verdiği bilgi %51, benim katkım ise %49’dur! Kendisinden çok şey öğrendim! Rehberliğiyle yolumu aydınlatırken hep daha iyisini yapmak konusunda beni yüreklendirmiş, bilgilendirmiş ve sanatın izlerinin ruhuma işlemesine vesile olmuştur! Tataroğlu sayesinde tanıdığım, işimle kendimi kanıtladığım Saygıdeğer Suna Kıraç, İnan Kıraç ile ailenin diğer muhterem üyeleri; İstanbul’un ve zaman zaman Dünya’nın en seçkin parçalarını incelememe, üzerlerinde çalışmama fırsat vererek; işlerimi değerlendirmiş, çalışmalarımı övmüş ve görüşlerini paylaşarak beni yüreklendirip, mesleğimi ve sanatımı yükseltmişlerdir.”
“Sanat yolculuğunuz Ustanız Hayri Yazıcı’nın yanında marangozlukla taçlanmış, Mimar Mehmet Tataroğlu ile tanışmanızla birlikte daha derin anlam ve içerik kazanmış.” dediğin an ise “Öğrenci 72 yaşında öğretmen 91 yaşında, 54 yıllık abi-kardeş, usta-çırak ilişkisi, hiç eksilmeyen ve güzelleşen bir dostluk! Mehmet Tataroğlu benim hikâyemin içerisine girdiği için kendimi inanılmaz şanslı görüyorum. Keşke her sevdiğimin ve herkesin bir Mehmet Tataroğlu hikâyesi olsa! Allah Mehmet Abime huzurlu sağlıklı ömür versin.”

“Marangozluk mesleğinin kalbi olan Galata Kuledibi’nde ceviz bir sandıkla başlayan bu büyüleyici yolculuğu sizden dinleyebilir miyiz?” dediğim an “Bu görmüş olduğunuz eserlerin hikâyesi 1980 yılında Kuledibi’ndeki atölyeye taşınan bir ceviz sandıkla başladı! Ben gördüğümde altmış yılın demlendirmesiyle daha da güzelleşmişti bu sandık! Sandığın sahibi babaannesinin dağılan sandığıyla raf yaptırmak istiyordu. “Size kaç tane raf lazım” dedim... “3 tane raf yeterli” dedi... “Ben size üç tane ceviz kaplamalı raf yapsam bu sandığı bana verir misiniz?” dediğim an memnuniyetle kabul etti. Bu sandıktan bir raf çıkıyordu, ben ise gönlüne göre cevizden 3 raf yaparak kendisine verip bu sandığı aldım. Bakın şurada çatlağı vardı, o çatlaktan kestim ve oydum. Sandığın ağacını görür görmez mest olmuştum, üzerine Türk Çeyiz sandıklarının geleneksel motiflerinden birini büyük bir itinayla oydum. Ahşabın yaşı şuan 100 yıl üzerinde! Burada gördüğünüz, hatta göremediğiniz tüm parçalar arasında gönlümün şahikası budur! Kırık dökük bir sandığın içerisindeki cevheri görebilecek terbiyeye erişmeme vesile olan kişi dediğim gibi ağaç işleri öğretmenim Sezai Yalınes’tir! ”
Sevgili Suat Yazıcı ceviz sandığın hikâyesini anlatırken, hemen çalışma masasının arkasında asılı olduğu yerden tüm inceliklerini göstermeye başlayınca heyecanla ekliyorum “Bu etkileyici hikâyeyi söyleşilerinizde dinlemiştim... Sandığı aldığınızı ve geleneksel motiflerinden birini oyduğunuzu biliyordum ama burada görebileceğimi hiç düşünmemiştim!” diyorum.

Sevgili Suat Yazıcı’nın mesleğine olan aşkı, heyecanı halen ilk günkü gibi! Kendisi de “Meslek yaşamım ilerledikçe hem ağaca hem ahşap işçiliğine olan aşkım alevlendi. Bu tutkunun büyümesinde ustalarımın ve yol arkadaşlarımın katkısı büyüktür. Atölyelerde yapılan eserlerin en iyileri, en güzelleri ortak akıldan damıtılarak vücut bulanlardır. Burada ve sergilerimizde gördüğünüz tüm işler yine ortak akılla, araştırarak, konusunda uzman kişilerle tartışılarak; önce kâğıt üzerinde çözülüp, tasarımı en iyi şekilde canlandıracak malzeme seçimi yapılarak, marifetli ellerde zamana acımadan en yüksek sabırla işlenmesiyle oluşturulmuş, kırk yılda biriktirilmiştir! Ne mutluyum ki ben de böyle bir ortamın önce parçası ardından da sahibi oldum."
“İşinizin olmazsa olmazı tasarım ve malzeme değil mi?” diye ekliyorum.
“Yani bir işi yapmadan evvel kâğıt üzerinde bitireceksiniz. Sonra o tasarımdaki kompozisyonu en iyi ifade edebilecek malzemeyi seçeceksiniz! Ondan sonra da marifetli, güzel işçilik ilave ederseniz bunun üzerine yapacağınız her şey geleceğe taşınır! Yani sanat eseri diyebileceğimiz bir ahşap eserde olmazsa olmaz tasarımdır! Bu tasarımdaki kompozisyonu en iyi ifade edebilecek ve geleceğe taşıyacak olan ise malzeme seçimi! Ve üstüne ince- sabırlı bir işçilik eseri geleceğe taşır!
Günümüzde bu güzel şeyleri yapmak isteyen sanatkârlar oldukça şanslı! Danışacakları çok kaynak var! Yeter ki doğru olanı seçebilme bilgisine sahip olsunlar. Buna yetenek ve sabır eklesinler! Geçmişte bu güzel şeyleri tasarlayan ve üç boyutlu hale getiren, üzerinden asırlar geçse de gıpta ile seyre daldığımız eserleri tasarlayan ve yapanlara selam olsun!”
“Üniversitelerin tasarım bölümlerinde estetik derslerinin önemi ve öğrencilere katkısının inanılmaz önemli olduğunu düşünenlerdenim. Tasarımda estetiğin önemini gerek söyleşilerinizde gerekse eserlerinizde bizlere açık bir şekilde sunuyorsunuz!” dediğim an ise
“Bir ürünü çoklu üretmek imalat, bir veya birkaç kişi tarafından el emeğiyle üretmek zanaat. Bu ürettiği şeye tasarımından malzeme seçimine kadar kişi kendi aşkını katarsa sanat olur. Estetik değer ise bir esere marifet katmaktır ve önemi gerçekten çok büyüktür!”

“Ağaç türlerini ve bir ağaç nerede dikilmiş, nerede yetişmiş ise orada kullanılmasını çok önemsiyorsunuz!” dediğim an...
“Kitapta bilgisini çok göremedim ama bunca yıllık meslek hayatımda öğrendiğim şey şu; bir ağaç dikiliyken nerede yetişmişse orada kullanacaksınız. Çünkü bir ağaç nerede yetişiyorsa gardını o iklime karşı aldığı için o iklimde daha uzun ömürlü oluyor. Müşteri tarafından özellikle istenmediği takdirde benim tercihim Türkiye Coğrafyası’nda yetişen ağaçları kullanmak oluyor. Yine benim felsefem; ağaç ormandan kesilip kereste haline geldikten sonra doğal şartlarda kurutulmalıdır! Bizim coğrafyamızda çok kıymetli ağaçlar var! Ülkemizde ve dünyada en çok kayın ağacı kullanılır ama benim favorim değildir. Birazdan atölyeyi turladığımızda göreceksiniz, bu atölyede bizim coğrafyamızda yetişen bütün ağaçlardan örnekler var. Her ağaç zamanla barışıktır, bunların en barışık olanı ise ceviz, kestane, kiraz, sarıçamdır. Birde ağacı yerine göre kullanmak gerekiyor. Dış mekânlarda farklı, iç mekânlarda farklı ağaçlar kullanılmalıdır!”
Çocukluğumda mahallemizde marangoz bir amcamız vardı. Atölyesine sık sık giderdik; marangoz makinaları, onlarca alet, talaş yığınları... O talaş yığınları halen gözümün önünde, talaş kokuları ise burnumun ucundadır! Diğer yandan babamın bahçemizde kullandığı onlarca marangoz aleti! Sevgili Suat Yazıcı’nın atölyesinde dolaştıkça çocukluk anılarım, sevdiklerim gözümde canlandı! Bu hatıralarımdan aklımda kalan marangozların kullandığı aletlerin gerçekten çok olması! Coğrafyamızın birbirinden değerli ağaçlarının işlendiği bu atölyeyi gezdikçe geleneksel marangoz makinaları, marangoz tezgâhları, takım dolapları, rendeler, ıskarpelalar, testereler, çekiciler, kerpetenler... Oyma sanatı yapmak için yüzlerce farklı alet... Bunların her biri marangozluğun olmazsa olmazları!

Sevgili Suat Yazıcı 1971 yılında Sakarya Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nin İnşaat Mühendisliği Bölümü’ne başlar ancak marangozluk üzerine eğitim almak istediği için bu okulu bırakır. 1972 yılında o günkü adıyla Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nun iki aşamalı sınavına girer. Galata Kuledibi’nde iki yıl çalışmanın katkılarını bu sınavlardaki başarısıyla görmüş olur ve Yüksek Teknik Öğretmen Okulu Ağaç İşleri Bölümü’ne kabul edilir! 1976 yılında son sınıfa geçtiğinde amcasının ani rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’a dönmek zorunda kalır! Sevgili Hayri Yazıcı’nın zamansız kaybı üzerine atölyenin başına geçer ve bu beklenmedik, üzücü gelişme mezuniyetini 1979’a erteler. 1976 yılında atölye işletmecisi olan Suat Yazıcı kendi atölyesini “Ağaç İşleri Atölyesi” adıyla kurar ve 1983 yılında büyüyen iş hacmini karşılamak için atölyesini Anadolu Yakası’na taşır.
Sevgili Suat Yazıcı acı ve bir o kadar da zorlu süreci şöyle aktarıyordu “1976 yılında amcamın zamansız ölümünde üniversite son sınıf öğrencisiydim ve atölyenin başına geçince çok zorluklar yaşadım. Zorlandığım zamanlar gece rüyama girerdi ve ben ona “Hayri Usta keşke sağ olsaydın da senin yanında on yıl daha çıraklık yapsaydım.” derdim. Velhasıl zahmetsiz rahmet olmuyor! Ağaç İşleri Atölyesi ise geleneksel manada ev ve ofis dekorasyonu yapan bir atölye. İlk 8 yılım Galata Kulesi’nin olduğu bölgede geçti. Sonra 1983’ün sonunda Ümraniye’ye geldim. Modoko kurulduktan sonra buralar bir mobilya kenti oldu. 1998’den itibaren ise bu mekândayız. Son yıllarda ofis dekorasyonları azalmakla birlikte aslen ev ve ofis dekorasyonu yapan bir atölyeyiz. Geleneksel Türk İslam Ahşap Sanatı objeleri ve sanatsal tarafları ağırlıkta olan özel imalatçıyız! Marangozluk çok geniş bir alan yani ahşapla ilgili aklınıza ne gelirse hepsinin tek kelimelik tarifi marangozluktur. Ahşabı tanımaya ise bir ömür yetmiyor! Bizim mesleğimizde çırak, kalfa ve usta vardır. Ancak dediğim gibi bunlar çok kısa sürede öğrenilmiyor; zamanlaması ustanın öğretme kabiliyetine, çırağın ve kalfanın yine kabiliyet ve iştahına göre değişiyor. Bir defa mesleğe aşkla bağlı olmak, sabırlı olmak ve bir usta görmek gerekiyor!"

2015 yılında Eskişehir’de 69 ülkeden 260 ahşap sanatçısının katıldığı III. Uluslararası Dünya Ağaç Günü etkinliğinde Türkiye’yi temsil eden Sevgili Suat Yazıcı, Ahşap Oyma Sanatı’nın hemen her alanında yer alırken el işçiliği mobilyalar, ofis aksesuarları konusunda da ülkemizin önemli sanatkârlarından biridir!
Sadberk Hanım Müzesi`nde de çalışmaları olan Ustamız, Mehmet Tataroğlu ile birlikte Suna-İnan Kıraç`ın çiftlik evinin iç ve dış kapıları, dış cephe kaplamaları, pergola ve sundurmalarını özel el işçiliği ile benzersiz olarak üretilmiş ve bu çalışmaları 1988 yılında “Günümüzde yapılmış en iyi Türk Mimari Eseri” olarak tescillenmiştir!
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik`te doğduğu evin birebir benzeri olan ve Büyükçekmece Belediyesi`nce yapımları tamamlanan Atatürk Devrimleri Müzesi’nin tüm ağaç işleri yine Sevgili Suat Yazıcı ve ekibinin özel el işçiliği ile benzersiz olarak üretilmiş!
Birbirinden değerli böylesi özel projeler, ürünler, mobilyalar...
2017 yılında İstanbul Valiliği ve İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odaları birliği tarafından Yılın Ahisi seçilen Sevgili Suat Yazıcı en nitelikli sanat eserlerinin yer aldığı “Ağaçla Bir Ömür” kitabını da yayınlamış, Gazi Üniversitesi, Bingöl Üniversitesi gibi üniversitelerimizde “Ağaçla Bir Ömür” söyleşileri yapmıştır.
Farklı illerde sergiler, Türkiye Ağaç İşleri Federasyon toplantıları, birçok dernek toplantıları... Ağaç İşleri Atölyesi’ni ziyaret eden dostları, köylüleri, siyasiler, öğrenciler, öğretmenler... Kendisinin ziyaret ettiği atölyeler... Ahilik haftası söyleşileri... Ve doyamadığımız derya deniz sohbetler! Her zaman “Yeni insanlar tanımak, yeni bilgiler -görgüler edinmek.” diyen Sevgili Suat Yazıcı birçok sergiye de konuşmacı olarak katılıyor!
Sosyal medyayı, teknolojiyi bu kadar aktif ve son derece düzenli kullanması ise çok etkileyici! Paylaşımlarındaki uçsuz bucaksız bilgilerden söyleşi hazırlıklarımda faydalanmıştım! Karşılıklı görüşerek o güzel enerjiyi, mücadeleyi birebir kendi cümlelerinden duymak üzere Ağaç Atölyesi’nde bulmuştum kendimi!

Ümraniye Marangozlar Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanlığı görevine 2002 yılında seçilen ve halen görevini sürdüren Sevgili Suat Yazıcı’ya soruyorum “Keyifle-huzurla yaşayabileceğimiz evlerimizin dekorasyonu sizce nasıl olmalıdır?”
“Eviniz size bir yaşam kalitesi sunmalı! Yani ihtiyaçlarınızı karşılayacak eşyalar olmalı! Objelere baktığınızda bir derinlik görmelisiniz... Kişi “Bu köşede mi otursam? Şu köşede mi otursam?” diye çok seçenek görmeli. Evin kapı koluna elinizi attığınızda nereye varacağınızı hissettiren doğru bir sirkülasyon olmalı!” diyor.
Birçok yazımda da dile getirdiğim gibi gizemli derinliklere açılan her pencereyi, her kapıyı istisnasız keşfetmeye bayılıyorum. Kendi evimizde, ofisimizde de derinliği olan onlarca eşya arasında keşiflerimize devam edebileceğimiz bir yaşam gerçekten büyüleyici olur! Ne zaman tarihten bir pencerede soluklanmak istesem antikacılar, sanat galerileri, vintage dükkânlar ile bezenmiş, hala mahalle kültürünün yaşandığı, geçmişin ruhunu taşıyan sokaklarda, tarihi binalarda bulurum kendimi! Tüm koşuşturmaların kaybolduğu bu büyüleyici şehir tablolarına bakmaya doyamam! Sanki o yoğun iş ortamından, hayatın koşuşturmasından, İstanbul’un keşmekeş trafiğinden ben çıkmamışım gibi ruhumun ritme girdiğini, tazelik kazandığını hisseder, hayatın zorluklarına karşı zırhımı kuvvetlendirerek evime dönerim!
Tarihi semtlerimizin masalsı tarihçesinde beni derinden etkileyen yaşam hikâyelerine rastlarım hep! Antikacıları dolaşmak, müzayedelere katılmak vazgeçilmezim! Yaşam alanlarımızı bu hikâyelerden, eserlerden, yaşanmışlıklarla dolu onlarca objeden etkilenerek dekore etmeyi de çok severim. İmkânlarım dâhilinde her ilgi duyduğum eseri alamasam da yazılarım için her bir eser, her bir objeyi sanki bir film platosu gibi kafamda kurgularım... Yazılarım, kitabım için her geçen gün yeni tablolar, antika masalar, vazolar, fincanlar ya da beyaz dantelli örtüler katılır aramıza!
İşte böylesi özenle dekore edilmiş yaşam alanlarımızda yer alan tarihi eserler, el emeği göz nuru mobilyalar, objeler bizlere döneminin dokusu, kültürü hakkında ipuçları verir. Geçmişten geleceğe armağan niteliğindedirler. Bu eşsiz eserler, objeler, mobilyalar ile yüzyıllar öncesine kadar gidip, yaşamları, dinleri, giyim şekillerini, şehirleşme özelliklerini görebiliriz.
Tarihi binaların kamu veya özel sektörde iş yeri olarak kullanılması ise ayrı bir keyiftir. Hele ki özenle korunup, kullanılıyor ise! Böylesi özel mekânlarda çalışmayı hep hayal etmişimdir. Ancak kurumsal dünyada çalışan biri olarak büyüsüyle beni geçmişe götürebilecek böylesi özel binalarda çalışma imkânım maalesef olmadı.
Mevcut koşullarımda gerek iş yoğunluğumu, gerek ailevi sorumluluklarımı göz önüne aldığımızda zamanım olmadığı dönemler; evimin bir köşesinde oturup antika fincanlarımda kahvemi yudumlayabilmek, araştırmalarımı yapabilmek, yazmak, okumak büyüleyici oluyor gerçekten!

Sevgili Suat Yazıcı’nın atölyesinde her bir eserini tüm ince detayları, yaşanmışlıklarıyla bilgelikle aktarırken adeta ilgili dönemlerine ışınlandım ve film tadında izlemelere doyamadım! Ustamızın dediği gibi yaşam alanlarımız ihtiyacımızı karşılarken bir yaşam kalitesi sunmalı, her bir obje, her köşe bizleri tarihin derinliklerine götürebilmeli! Böylesi ortamlarda yaşayabiliyorsak ruhumuzun da kalemimizin de beslenmemesi mümkün mü?
Ve öyle özel bir eserin önüne geldik ki her anlamda çok etkilendim! Evlendiği dönem yapılan yatak odası takımına ait gardırop! Ağacından, her bir oymasını, her bir adımını Suat Bey anlattıkça ben o dönemlere gitmiş, el emeği göz nuru bu eser karşısında ayrı dünyalara dalmıştım bile!
“Bu gardırop Haziran 1981 eşim ve benim için evlilik öncesi tasarlanmış, Galata Serdar-ı Ekrem Sokak`ta üretilmiş karaağaç bir gardırop! Karyolası, konsolu ve komodinleri hala kullandığımız mobilyalarımız. Bu mobilyaları büyük bir heyecanla tasarladım, yapmaya karar verdim ama atölyenin yetiştirmesi gereken siparişleri vardı. Bütün ekibi topladım “Ne yapacağız arkadaşlar” dedim en büyüğümüz Osman Kaşıkçı! Osman Abim dedi ki “Gündüz atölyenin siparişlerini yaparız. Sen akşamları bir sofra kurarsın karnımızı doyurur ve imece usulüyle bu takımı yaparız kimseye de ek para ödemezsin!” Şimdi ekibi sıralıyorum çizim, malzeme seçimi ve profillerin çekimi ben, karyola yapımı Osman Kaşıkçı, kendisi şuan 80 yaşında ve hala çalışıyor! Komodinler Selahattin Çakıroğlu, namı değer Arap Selahattin. Kendisini Allah’tan rahmet diliyorum. Konsol Mehmet Anbar namı değer benim kaşif kardeşim, rahmetle anıyorum. Gardırop Sıtkı Bilgin, oymalar Kadir Usta! Bu iş sonrası 8 ay daha çalıştık ben daha ilerisini istiyordum o ise “Bana fazla emek verme senin istediğin sabır bende yok!” demişti. Samimiyet güzel bir şey teşekkür ediyorum güzel kardeşime. 43 yıl evvel cilasını Ahmet ve İbrahim Badem kardeşler yapmıştı. Mevcut cilasını ise İbrahim Badem hiçbir şey katmadan aynı doğallıkla yaptı. Bütün dostlarımı andığım zamanlarda ayrıca mutlu oluyorum!”
Sevgili Suat Yazıcı ile derya deniz sohbetimiz devam derken elinde çay paketi, güler yüzüyle bir bey geldi. Suat Bey “Az önce bahsettiğim 53 yıllık dostluk, meslek arkadaşlığım olan Osman Abim! Osman Kaşıkçı! Kendisi 1971 yılında Hayri Yazıcı marangoz atölyesinin kıdemli ustası! Kendisinden çok şey öğrendim! Ustam Hayri Yazıcı’nın vefatından sonra yönettiğim atölyede beş yıl beraber çalıştık. El aletlerine yüksek hâkimiyeti ile mükemmel bir sanatkârdır kendisi! En kıymetlisi şuan 80 yaşında halen bir atölyenin yöneticisi! Az önce dediğim gibi benim evlilik yatak odası dolabını 1981 yılında beraber yapmıştık. 43 yıl sonra önünde fotoğraf çekmekte nasip oldu! Osman Abim beni ayda bir olsa da sık sık ziyaret eder hiç eli boş gelmez, elinde bir paket organik çay paketi mutlaka olur!”

İstanbul’un Zanaatkârları’ndan yola çıkarak Suat Bey ile görüşme imkânı bulunca İstanbul ile olan ilişkisini sormadan geçemiyorum tabii!
“İstanbul önce ülkemizin, sonra dünyamızın en önemli kenti. Burada ecdadımızdan kalan çok geniş tarihi bir doku var. Bu tarihi dokunun içerisinde dört tane malzeme kullanılmış; taş, mermer, çini çok çabuk yıkılmıyor, uzun süre dayanabiliyor ama ahşap değişik iklimlerde de kullanma kültürünün yanlışları sonucu yıkılabiliyor! Diğer yandan İstanbul bana hayatı öğretti, ben bütün görgümü İstanbul’da oluşturdum. Bugün bu odada bir müze değerinde şeyler olduysa ben bunu İstanbul’daki birbirinden değerli ailelerin evlerinde öğrendim, İstanbul’un önemli ailelerini tanıdım. O ailelerin evlerinde çok özel eşyalar gördüm. Görgüm, bilgim arttı. Mesleğimin en keyifli aşaması ise bir işi bitirip yerine yerleştirdikten sonra karşısına geçip seyretmek!” diyor.
“İstanbul’un kendine özgü, insanı içine çeken ve bir daha bırakmayan ruhu, dokusu bir şeyler üretmek isteyen herkes için bulunmaz bir nimet kesinlikle! İstanbul bir hazine!” diye ekliyorum.
Sevgili Suat Yazıcı söyleşimiz sırasında Harbiye’de yer alan Saint Esprit Katedrali’ne ait kolçaksız üçlü kanepenin restorasyonundan da bahsetmişti. Atölyeyi gezerken üçlü kanepenin önüne geldiğimizde ise “Katedral 1845 yılında İsviçre asıllı İtalyan Ressam, Mimar Gaspare Fossati tarafından yapılmış. Sanatsal olarak öne çıkan katedrallerden! Bina dıştan sakin gözüküyor ama içi muhteşem! Katedrale ait bu kolçaksız üçlü kanepeyi restorasyona soktuk. Ortadaki kişi iki basamak yukarıda oturacak şekilde eski ile yeniyi birleştirerek, farklı bir ritüel için hazırlıyoruz. Eski ve yeniyi akraba edeceğiz inşallah! 72 yaşımda bir imtihan işi olacak! “O günün sanatkârları ile bir yarışa girmek heyecan verici!”
Söyleşimiz sonrası ise Sevgili Suat Yazıcı’nın sosyal medya paylaşımlarından bu kanepenin son durumunu heyecanla takip etmeye başladım! Her bir paylaşım çalışmanın detaylarını ve geldiği noktayı gösteriyordu! “Bu mobilya 1849 yılında yapılmış üçlü bir banktı, üçlü koltuğa dönüştürdük... Ortadaki koltuğa oturmak için üç basamak sağda ve soldaki koltuklara bir basamak çıkarak oturuluyor. Birinin malzemesi 175 yıllık, diğerinin ise 10 yıllık meşe! Yaklaşık üçte birini yeniden yaptık, hepsini beraber cilaladık! Epey zorlanmış olsak da başarmış gibi gözüküyoruz.”

Yine sohbetimiz sırasında Suat Bey çalışma masasının hemen solunda yer alan at kafası için “Bu at kafasını dikkatle incelerseniz ahşaptaki yüzde yüz simetriyi görebilirsiniz. Ahşaptaki simetrinin çalışmaya kattığı değer inanılmaz! Bu çok az çalışmada denk gelecek bir durumdur şansınız ve de kısmetiniz varsa bunu yakalayabilirsiniz!”
Böylesi birbirinden değerli ahşap işçiliğinin birçok örneğini gördüğümüz eserlerin, mobilyaların yer aldığı Ağaç İşleri Atölyesi’ni oğlu ve mesleğin üçüncü kuşağı Hayri Yazıcı ile birlikte yönetiyor Sevgili Suat Yazıcı! Üretimlerini tamamen geleneksel usullere göre yapmakta olan Ağaç İşleri Atölyesi’nin asli faaliyeti klasik üslupta ev, ofis dekorasyonu ve bu dekorasyonun tamamlayıcısı olan münferit mobilyalar üreterek geniş bir yelpazede sunuyorlar!
Ağaçla geçen bir ömür!
Tarihe, sanata, kültüre, doğaya adanmış koca bir ömrü dinleyip büyülenmemek mümkün mü? Sevgili Suat Bey sizinle tanışmak, sohbet edebilmek ne kadar güzel, ne kadar özeldi! Hep sağlıkla ve sevgiyle kalın.

Yorumlar