Tuvalde Eski İstanbul
Eylül-2016
XIX. yüzyıl Avrupalı ressamların yansıttıklarıyla dünyanın en güzel kentleri arasında sayılan! Yüzyıllar boyunca pek çok gezginin ve ressamın ilgisini çeken! Geçmişi 3 imparatorluk barındıran! 8000 yıllık tarihe sahip eşsiz bir coğrafya, önemli bir medeniyet şehri İstanbul! XVIII. yüzyıl ortalarından XIX yüzyıl sonlarına kadar dünyanın en güzel kentini, görsel olarak yorumlamak için gelen sanatçılar, gözlem yeteneği ve sanatçı duyarlılığıyla şehre aşkla bakıp, İstanbul’un kültürel hafızasını tuvaline aktarıyordu. İslamiyetin hakim olduğu topraklarda, resim, heykel gibi sanatlar sadece Avrupalı sanatçıların bu yorumlarıyla eserleştirilebildiğinden bizlerde geçmişimize ilişkin birçok bilgiyi yine Avrupalı ressamların, seyyahların bu yapıtlarından ortaya çıkarabiliyoruz.
İstanbul, iki kıta üzerine kurulu, içinden deniz geçen tek şehir olarak, pitoresk kavramını dünyada en çok hak eden şehirlerin başında geliyor. İşte bizler, yüzyıllar öncesinin mimarisini, manzaralarını resmedilmeye değer cezbedici ve gizemli güzellikler olarak tanımlayan pitoresk bir tarihin içinde tam kalbinde yaşıyoruz!
Seyyahların- ressamların tabloları bugün bize resimsel bir yorum sunsalar da tarihi perspektifte İstanbul’a özgü gelinen noktayı da yansıtırlar. Sanata, tarihe, doğaya, duyarlı olan bizler için, Avrupalı ressamların yansıttığı özgün ve romantik İstanbul artık büyük bir özlem konusu! Doğa ile ilişkiler, nüfus artışı, toplum yapısı, modern inşaat ve ulaşım, teknolojinin deforme edici etkileri… Tüm bunları düşününce içim acıyarak XIX. yüzyıl İstanbul’unun sadece kaburgası kaldı diyebiliriz sanırım! Bu durumların etkilerini düşününce sadece bize özgü değil dünya çapında yaygın olduğunu görürüz görmesine ama modern çağın olumsuz etkilerini azaltabilmek için neler yapıyoruz? Tüm tarihi eserlerimizi koruyabiliyor muyuz? İstanbul’un bugüne kalmış tarihi özelliklerini korumak, çağdaş kültürün tarihimize saygısını gösterecek önemli bir adımdır! Ulusal sorumluluğumuz, uygarlık borcumuzdur! Hele hele şu günlerde günümüz aydınlarının desteğine ve bilinçli aydın nesillere çok ihtiyacımız var!
Tüm bu olumlu ve olumsuz nedenlerden dolayı eski İstanbul’u tuvalde görünce kendimi alamıyorum! Ben sadece İstanbul’u yazmaya çalışıyor olsam da İstanbul’la ilgili yapılan her türlü sanata, emeğe, özellikle resimlere hayranlık duyuyorum! İşte bu bilgiler ışığında Galata Sanat’taki binbir çeşit eser içerisinde İstanbul’un gravürlerinin, tablolarının, minyatürlerinin her birini taş plaktan şarkı dinler gibi dinleyip, tarihi bir kitabı okur gibi okuyup, belgesel tadında dakikalarca dinledim, izledim! Bütünü öne çıkaran fırça vuruşlarıyla, eriyen renk tonlarıyla İstanbul’un tarihi dokusu tuvallerde! Zamandan zamana değişen açılar, kaybolan değerler, sanatçının kendi özgün ruhu kompozisyonları oluşturmada hep birlikte rol almış gözüküyor. Işığın tüm büyüsüyle öne çıkan bu resimlerde hüzün, sevinç, coşku, dinginlik var. Diğer yandan da resimlerdeki ahşap mimarileri gördükçe, çoğu yanarak yok olmuş yakın tarihimizi içim burkularak izledim. Sadece tuvallerde kalan İstanbul’u görmek can yakıyor!
İnsanların önünden geçip gittiği görünümleri gözlemleyen, izlemekten sıkılmadan her baktığında başka görünümler yakalayan, sayısız ayrıntıyı resme dönüştüren, görünür ile saklı arasındaki bağı ortaya çıkarmayı başaran ressamlarımız! İstanbul’un mahallelerini, Boğazı’nı, adalarını kısaca her yerini defalarca gezerek gözlemler de bulunmuş, fotoğrafa almış, desene dökmüş ve İstanbul`un tüm güzelliklerini büyük bir tutku ile tuvale aktarmaya başarmış ressamlarımız. Yüksek çevre algısıyla durmaksızın gözlem yapan, İstanbul`un unutulan yüzünü tuvale aktaran ressamlarımızın bu özenli çalışmaları Galata Sanat’ta hep bir arada!
Tek kelime ile tuvallerde İstanbul’un mistik dokusu var desem de eski İstanbul’un tuvale aktarılarak yeniden hayat bulmasını sağlayan eserlerden bazıları; Şehir ve deniz tutkusunun unutulmaz kompozisyonlarla resme yansıtıldığı resimler! Osmanlı toplum yaşamını yansıtan özgün yorumlar! Tüm görkemi ile silüet çizgisinin üzerine çıkan camilerimiz… Padişahlar, Saraylar… Sırlarla dolu Harem daireleri… Hanlar, Hamamlar, Çeşmeler, Kasırlar, Tersaneler, Meydanlar, Kahvehaneler… İstanbul’un görkemli manzaraları içerisinde düğün alayları, semazenlerin mistik dansı… Boğaziçi’nin eşsiz manzaraları… İstanbul panoramaları ve renk çeşitliliği! Ormanlar, Bentler… Galata, Tophane, Haliç (Altın Boynuz), Kız kulesi, Pera, Galata Kulesi… Halktan özgün kişilerin tiplemeleri…
Yüzyıllar öncesinde koridorlarında notalar yankılanan, odalarında gizemli romanlar yazılan, aşkında, hüznünde, mutluluğunda resimleri duvarlarında asılı olan bu tarihi binaların resimlerini Galata Sanat’ın duvarlarında, raflarında görmek çok etkileyici!
Günümüze kadar ulaşabilen bu eserlerden: Tarihi dokusunu kaybetmemiş, mistik ve otantik bir yapıya sahip… Sevginin ve kadim bilgilerin paylaşıldığı… Geçmiş ve geleceğin buluştuğu bu özel mekânların büyülü atmosferini solumak için her fırsatı değerlendiriyorum. Tarihi dokusuyla ruhumuzu okşayan, mücevher niteliğindeki bu yapıları, müzeleri gezmek, kimilerinde söyleşilere, klasik müzik konserlerine katılmak gibisi yok! Ruhumu besleyen, enerji veren, hayatın zorluklarına karşı zırhımı kuvvetlendiren, olmazsa olmaz etkinliklerim bunlar! Her fotoğraf karesi, her obje, her resim beni tarihin inceliklerine götürürken, yoğun iş ortamlarımız arasında bir şeyler üretebilmek için besleyici kültürel etkinlikler şart. Galata Sanat’ta bu anlamda derya deniz benim için!
İstanbul’u dünya tarihine simgesel kent olarak geçiren bu eşsiz yapıyı Galata Sanat’taki tablolarda görmek gerçekten büyüleyici! Adeta bu tabloların içerisinde geziniyormuş gibiyim! Zaman zaman kendimi bir resim tablosunun içinde bulmuşluğum da vardır.
‘İstanbul doğanın içinde’ isimli bir tabloyu düşünün… Ortasından deniz geçen bu eşsiz şehirde geniş perspektifler içeren tepeler, onların oluşturduğu vadiler… Boğaziçi suları… Adaları… Kıyılarla öpüşen denizin mavisi… Yıllardır süre gelen dalgaların ve yalı duvarlarının dostluğu, sohbeti! Koca koca ağaçların arasından göğe yükselen minarelerin görüntüsü! Ve mevsimlerden bahar, doğa hareketlenmeye başlamıştır! Rengarenk, cıvıl cıvıl bir ortam! Tablodaki bu mistik sokaklar, caddeler içinde dolaşırken etrafımda koşuşturan çocuklar… Uçuşan kelebekler, kuşlar… Doğa uyanmış, bahar tüm güzelliği ve cıvıltısı ile gelmiştir!
Şimdi Topkapı Sarayı’nın resmedildiği bir tablo düşünün! Asaleti, zarafeti ve ihtişamı ile saray kadınları bahçede, sarayın içinde tüm güzellikleri ile resmedilmişler… Ve aralarında ben! Sultan edasıyla, bahçeden saraya doğru salına salına yürüyorum. Başrolünde olduğum bir dönem filmi içerisindeyim adeta! 1930’ların Beyoğlu’nu yazdığımda bir Beyoğlu Hanımefendisi… Eski İstanbul’u yazdığımda ise asaleti ve zarafeti ile bir Sultan edasıyla tablolarda dolanabilmek ayrıca mutlu ediyor beni ve yaratıcılığımı arttırıyor sanırım. Sizlerde, eski İstanbul’un hayat bulduğu bu resimleri incelerken; Tarihte okuduğunuz ilginç hayatlar, hikayeler gözünüzün önünden geçecek ve bir belgesel tadında dakikalarca izlemeye devam edeceksiniz. Bu ruh hali ile başrolü sizde olan bir film şeridi içerisine girme garantiniz de var!
Ben ise sadece tuvallerde gezinmekle kalamıyorum. Zaman zaman büyülü atmosferini solumak için gittiğim tarihi mekanlarda geçmiş zamanlara ışınlanırken, günümüze uyarlamalarda yapabiliyorum. Örneğin Yedikule Hisarı-Fatih Yolu! Yedikule Hisarı, Bizans`a misafir gelen kralları ve yabancı konukları ihtişamlı bir şekilde karşılamak için yapılmış aslında! Tarihin derinliklerine girmeden sadece ünlü Altın Kapısı ve özellikle Fatih Yolu ile anımsamak istiyorum şuan Yedikule Hisarını! İstanbul’un Fethi’nden sonra “Fatih Yolu” olarak anılmaya başlayan bu yol, seferlerden dönen imparatorların şehre ihtişam içinde girdiği tarihi bir caddedir. Yol kenarında görebileceğiniz büyük gülleler buraya Fatih zamanında konulmuştur. İşte tam bu yol ortasında Sanat Tarihçisi Sn. Çiçek Akçıl Yedikule’nin tarihinden bahsederken, bu sefer günümüze uyarlamıştım bu tarihi yolu:
Uluslararası Sanat Sergileri için organize edilmişti Yedikule Hisarı! Ve açılış gecesindeyiz… Fatih Yolu ise yüzyıllar öncesindeki gibi tüm ihtişamı ile konuklarını karşılıyordu! Erkeklerin simokin bayanların ise gece elbisesi giymesinin zorunlu olduğu bu açılış gecesinde, bizler tüm zarafetimizle yol boyunca bekleyen konuklar arasından geçerek Yedikule Hisarı’na giriyoruz... Hep söylerim, tarihi binaların sanat için kullanılması, sanatın boyutlarını, ihtişamını daha bir gözler önüne serer ve beni inanılmaz etkiler. Fatih yolu ve Yedikule Hisarı’da benim için böyle! Ve umut ederim ki bu hayallerim gerçek olur! Bir daha konser alanı olmaz Yedikule Hisarı!
İşte tam bu sahneleri gecenin 02:00 de tamamlamışken, birden aklıma folklor oynadığım lise yıllarım geldi! Üsküdar Katibim Festivali ve Beylerbeyi Sarayı’ndayız… Gösterimiz bitmiş, Beylerbeyi Sarayı’nın sahil kısmında arkadaşımla salına salına yürüyoruz. Üzerimizde şifonla, güpürle süslenmiş satenden katibe kostümü! Benim üzerimde toz pembesi, arkadaşımda ise açık uçuk bir mavi! Kenarları güpür işlemi şemsiyelerimiz, yüzlerimizde peçelerimiz ve ellerimizde olmazsa olmaz mendillerimiz... Biz kendi kendimize dönem filminde oynarcasına salınırken, oradan bir gazeteci ‘tekrar yürür müsünüz izninizle fotoğrafınızı çekmek istiyorum’ dedi. Böyle bir teklif karşısında heyecan mı yaptık, biraz şımarıklık mı yaptık hatırlamıyorum ama gazeteci istediği asıl pozu yakalayana kadar 3-4 tur yürütmüştü bizi... Tabloların içerisine girebilmemin, tarihi binalarda ilgili dönemleri yaşarmışçasına hissetmemin altında belki de böyle anılarım yatıyordur kim bilir...
Kültür sanat etkinlikleri ve sergiler beni çok mutlu ederken, aynı zamanda da ruhumu besliyor. Yaşıyor bir yanımız olduğunu, var olduğumuzu hatırlatıyorum. İstanbul ve Sanat: Sevdadır, umuttur, aşktır, hüzündür, sevinçtir, coşkudur, emektir, kültürdür, ayrıcalıktır!
Seyyahlar, ressamlar iyi ki gelmişler, iyi ki resmetmişler! İyi ki sanatla kültürle böylesi ilgilenen güzel insanlar var! Tuvalde hayat bulan İstanbul’u görmek için mutlaka Galata Sanat’ı ziyaret edin!
Yorumlar