Melike Kazaz

Şubat-2025

Kadim dostumuz kitaplar! Hepimiz farklı şekillerde ve farklı yoğunlukta ilişki kurarız kitaplarla! Kimilerimiz için gelip geçici, kimilerimiz için ise bir tutku! Hangi döneme, hangi inanışa, hangi millete ait olduğunu ortaya koyan, paha biçilemez el yazması kitaplarımız ise hayatımızın merkezinde yerini alır! Ve bu eşsiz kitapların içindeki bilgiyi geleceğe taşımak için olağanüstü çaba harcayan bir birinden değerli kültürel mirasçılarımız!

Geleneksel Sanatlarımıza konu olan ve geçmişi 1000 yılı aşan Türk Cilt Sanatı!
Cilt Sanatı yapıldığı coğrafyaya göre üslup adları alırken, kullanılan malzemelere, teknik özelliklere, süsleme şekillerine göre de farklılıklar gösterir. Bir kitabı elimize aldığımızda önce kağıdını inceler sonrasında ise kağıdın âhari, mürekkebi, yazının çeşidi, hattatı, tezhibi, boyaları, altını, cetvelleri, dikişi, şirazesi, kullandığı deri çeşidi, derinin nasıl tabaklandığı, derinin tıraşı, kullandığı kalıpları, motifleri... Daha sayamadığımız ama bu iş için gerekli olan onlarca malzemeleri... Kağıt sanatlarını kapsayan, tamamlayan, dokunabileceğimiz, seyredebileceğimiz, hepsini bir arada görebileceğimiz hem sanat, hem de zanaat! Aklınıza gelebilecek ve neredeyse sonunun gelmeyeceği malzeme bilgisi gerektiren, iki kapak arasındaki bilgiyi muhafaza ederek, birçok sanatın inceliklerini de içinde barındıran, geleceğe taşıyan yegâne sanat!

Ve bunları öğrenmeye insan ömrünün yetmeyeceğini düşünen, gönüllülerle ayakta durmaya çalışan bu sanatın piri İslam Seçen Hoca`mızın el verdiği öğrencisi Mücellit Melike Kazaz! Tutkuyla, sabırla yıllarını kitaplara adamış İslam Seçen Hoca`mız ile görüşebilmeyi çok istemiştim ancak hastalık dönemlerine denk geldiği için maalesef sohbet etme imkânı bulamamış ve çok üzülmüştüm. Mücellit Melike Kazaz ile yollarımız kesişince ve İslam Hoca`mızın öğrencisi olduğunu, onun mirasını taşıdığını öğrenince çok mutlu olup hem İslam Hoca`yı, hem devraldığı mirası konuşabilmek için Emin Barın Cilt ve Yazı Atölyesi’nde buldum kendimi!

Sevginin ve kadim bilgilerin paylaşıldığı bu özel mekânda heyecanla sohbetimize başlıyoruz! “Geleneksel Sanatlarımızdan biri olan Cilt Sanatı`na merakınız nasıl doğdu? İlk günkü tutkuyla, aşkla sizi burada tutan şey nedir?”
“Lisans eğitimim bugün yaptığım işlerden çok farklı branşlar idi, iktisat ve hukuk okudum. Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir, sizde var olan şeye doğru çekilirsiniz... Farkında olarak ya da olmayarak tercihlerinizi hep bu yöne doğru yaparsınız! Doğru zamanda doğru yerde olur ve tabii ki her zorluğa rağmen talep eder, vazgeçmezseniz başarı kendiliğinden gelir! Ben Geleneksel Sanatlara 2004 yılında Ebru Sanatı ile başladım, heyecanla öğrenmeyi beklediğim Cilt Sanatı ve Cilt Sanatı denilince ilk akla gelen isim Hocam İslam Seçen ile 2008 yılında tanıştım. İslam Seçen ömrünü Cilt Sanatı`na adamış bir duayen, onu tanımayan, iş yaparken izlemeyen biri bunu anlayamaz. Gösterdiği özen ve işinin ustalığı karşısında hayran kalırsınız. Sayısını bilmediğimiz kadar eser görmüş ve elinden sayısız eser geçmiş birinin buna rağmen hiçbir fikri ve bilgisi olmayanlar karşısındaki öğretme sabrı tarfi edilemez. Ne kadar tekrara düşseniz de işinizi seviyorsanız bir sonraki adımı merak ederek daha ileri gitme isteğinde oluyorsunuz. Hocam aynı sonuca birçok farklı teknikle gidebilen bir üstatdı!”

“İslam Hoca`mız yurt içi ve yurt dışı olmak üzere birçok yerde görev almış; Mimar Sinan Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Cilt Ana Dalı’nda Klasik Ciltçilik dersleri verdiği dönemler, Kültür Bakanlığı’nın isteğiyle Süleymaniye Kütüphanesi’nde Cilt ve Patoloji Bölümü’nü kurduğu dönemler, İBB İsmek kursları ve kendi klasik cilt atölyesinde yeni nesillere aktarmaya devam ettiği dönemler... Büyük bir tutkuyla yıllarını kitaplara adamış olan Sevgili İslam Seçen ile siz hangi döneminde tanışmıştınız?” diyerek heyecanla ekliyorum.
“İsmek’te hoca olduğu zaman! İslam Hoca`yı zaten tanıyor ve takip ediyordum. Ama benim branşlarım farklı olduğundan tekrar bir üniversiteye gitmek, yeni bir branşa başlamak o kadar zor geliyor ki! İslam Hoca nerede? Mimar Sinan Üniversitesi’nde... İslam Hoca nerede? Süleymaniye Kütüphanesi’nde... Sonra bir duydum ki İslam Hoca İsmek’te ders vermeye başlayacak! Ben hocayı takip etmeye devam edip 2008’de kendisiyle tanışarak ders almaya başladım. Bir senenin sonunda hocam “Sen gel artık atölyede başla!” dedi. Atölye çalışmalarımız da böyle başladı! 2010 yılında ise bir kitap projesi için hep beraber Afganistan’a gittik. Neredeyse 2,5 metre olan bu kitap çalışmasını yaptık! 2012 yılında hocam bu atölyeye taşındı ve atölyeyi faal hale getirerek restorasyon yapmaya başladı. Birlikte bu atölyede çalışmaya devam ettik. Bir şekilde hocamı buldum ve devamlı peşinden koştum diyebilirim! Sevgili İslam Seçen ile bu dönemleri yaşayabilmiş olmanın değeri paha biçilemez!”

“İslam Seçen Hoca`m bir cilt sanatçısı. İslam Seçen’in hocası ise Prof. Emin Barın! Şu anda bulunduğumuz “Emin Barın Cilt ve Yazı Atölyesi" Emin Barın tarafından kurulan ve neredeyse Cumhuriyet dönemindeki ilk matbaalardan olup butik işler yapan bir atölyedir! 21. Yüzyıla geldiğimizde Batı etkisiyle Türk Dil Sanatı’nda gelenekle olan bağların koptuğu görülür ve bu sanat birkaç kişinin gayretleriyle varlığını sürdürür! Bu isimler Bahaddin Tokatlıoğlu, Necmeddin Okyay, Sacid Okyay, Mustafa Düzgünman ve Emin Barın’dır. Sevgili Hocam İslam Seçen Güzel Sanatlar Akademisi`nde Geleneksel Sanatların piri Necmettin Okyay, oğlu Sacid Okyay ve Prof. Emin Barın’ın gayretiyle Cilt Sanatı`nı öğreniyor. Ama hocam her zaman “Necmeddin Okyay, oğlu Sacid Okyay’dan çok Emin Barın’dan feyz aldım!” derdi.

Prof. Emin Barın, kendisi bir çağa damgasını vurmuş hocalarımızdan! Sevgili İslam Seçen’de hocaların hocası Emin Barın’ın ilk öğrencilerinden olma şerifine erişmiş. Türk Yazı Sanatı’nda Prof. Emin Barın’ın beş önemli öğrencisinden oluşan "Beşi Bir Yerde" grubunun üyesi imiş. Beşi Bir Yerde grubu Yılmaz Özbek, Savaş Çevik, İlham Turan, Etem Çalışkan, İslam Seçen’den oluşuyormuş.

Sevgili Melike Kazaz hemen ekliyor “Emin Barın’a rastlayıp da yazı yazmayan öğrencisi yok. Öyle değerliler ve donanımlılar ki birçok ana dalda kendi konuları kadar iyiler ve aşkla geliştirerek devam etmişler. Emin Barın, İslam Hoca`ma “Sen Cilt Sanatı`na devam et!” diyor. İslam Hoca da bir başlıyor, bir daha bırakamıyor ve tek başına bu bayrağı taşıyor! Aynı zamanda da yazı yazar, tüm ana dalları yapabilir ama ciltçidir! Beşi Bir Yerde üyelerinin hepsi böyledir!
İslam Seçen Hoca`m ile Cilt Sanatı artık bütünleşmiş idi! Çünkü hayatını bu alana adayan başka bir kişi yok. Emin Barın’ın vefatından sonra Barın Han faaliyetlerine ara veriyor, sonrasında ise aile bugün halen varlığını sürdüren Emin Barın Cilt ve Yazı Atölyesi’ni İslam Hoca`ma tahsis ediyor. Atölyede çoğunluğunu koleksiyonerlerin oluşturduğu yazma eserlerin, levhaların, belgelerin restorasyonu yapılıyor. İslam Hoca`mın da üniversiteler, yurt dışı görevleri nedeniyle birçok yerde işleri oluyordu ama özel koleksiyoner eserleri üzerinde çalışmak için devamlı atölyesinde bulunurdu!
Emin Barın sağlığında burada hem sanat faaliyetleri gerçekleştirip, hem de ticari olarak iş yapardı. Bir nevi atölye ve matbaa burası! Emin Hoca’nın vefatı sonrasında oğlu Tevfik Barın babasının mesleğini devam ettirdi. Emin Barın’ın torunu ise teknoloji sektöründe hem kendi işini yürütüyor, hem teknoloji ve sergileme kavramlarını müzecilik çerçevesinde ele alarak Barın Han’ın sergi çalışmalarını yürütüyor. Anlayacağınız bu atölye hem Emin Hoca`nın hem İslam Hoca`nın yadigârı! Atölyenin bu şekilde korunup, hayatına devam edebilmesinin manevi değeri paha biçilemez ve inanılmaz keyifli! Emin Barın’ın odası olduğu gibi muhafaza ediliyor örneğin! İslam Hoca`mın vefatının ardından Barın Ailesi ve bizler bu eşsiz yadigârı yaşatarak, özenle koruyarak Onun yolundan devam ediyoruz!”

“Yeni ciltler yapmanın yanı sıra yıpranmış veya yok olmak üzere olan bir cildi hayata döndürerek, tarihi yeniden geleceğe taşıyorsunuz! "Hangi döneme ait?”, “Acaba kaç neslin elinden geçmiştir?” düşüncesini durduramıyorsunuz. Ve sizden sonra daha ne kadar devam edeceğini... ” diye eklerken heyecanla ve istekle tüm detayları ile aktarıyordu Sevgili Melike Kazaz!
“Bizim mesleğimizdeki en keyifli nokta bir eser geldiğinde “Bu esere dokunan kaçıncı kuşaksınız acaba?” Benim ilk aklıma gelen açıkçası bu! 400 ya da 500 yıllık eserler geliyor, acaba bizim gibi kaç nesil bu esere dokundu. Beni en çok heyecanlandıran şeydir! Ömrünü uzatmak için tekrar bir şans veriyorsunuz. Siz o şansı ne kadar iyi değerlendirirseniz, ona ne kadar iyi muamele ederseniz, biliyorsunuz ki daha sonraki nesillere de aktarılacak. Bu düşünce sanırım en keyifli kısım! Elimizden çıkmış bu dünyayla uyumlu ve doğru malzemeler ile üretilmiş eserler asırlara meydan okuyor! Anadolu Selçukluları`ndan bir eser gelmişti... Buna dokunan insanlar yok oldu ama eser halen yaşıyor! Muazzam bir şey! Kaç kuşağı aşıp gelmiş buralara... Ve güzel olanı herkes koruyormuş! Bilmese de, anlamasa da güzel bir şeyi bir yere kaldırıyor... Sanatların yaşama sebebi birazda bu aslında! Kişi içindeki bilgiye vakıf değilse de güzeli koruma algısından dolayı koruyup saklıyor ve birçok şeyin yaşamasına sebep oluyor.”

“Türk Cilt Sanatı’nı ustasından öğrenen biri olarak bu sanatın geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz!”
“Cilt Sanatı’nın geleneğinden kopma noktasını hiç yaşamadım! Geleneği taşıyanlardan öğrenen bir usta size onu aktarıyor ve siz de bu sorumluluğu hissederek öğrendiğiniz geleneği başkasına aktarıyorsunuz. Benim bakış açımda bu alanda tek olmak işin kısırlaşması ve yok olması anlamına geliyor, ne kadar çok olursak o kadar gelişir ve ayağa kalkarız. Talep edilmeyen yok olur! Üzerimize düşen daha çok kişiye bunu öğretmek ve bunu öğretmelerinin yolunu açmak olacaktır.”
Hemen ekliyorum “Sevginin ve kadim bilgilerin paylaşıldığı, geçmiş ve geleceğin buluştuğu böylesi özel mekânlar beni gerçek anlamda büyülüyor, mutlu ediyor. Yaşamın, gündemin kargaşasından uzaklaştırıyor. Kendimi zaman tüneline girmiş ve başka bir boyuta geçmiş gibi hissediyorum adeta! Böylesi özel mekânlarda eğitim alabilmek ise gerçekten çok değerli. Burada da düzenli olarak öğrencilere dersler veriliyor mu acaba?”
“Birçok kişi veya vakıflar yazma eserleri koleksiyoner olarak bünyesinde taşıyor. Müzeler ve kütüphanelerden çok dışarıda bireysel eserler var... Hocamın koleksiyonerleri dışında da halen koleksiyonerlerimiz var. Ve bu eserlerin yaşaması için korunması gerekiyor! Korunamadığı, değişime uğradığı zaman ise bizlere ihtiyaçları var... Emin Barın Cilt ve Yazı Atölyesi’nde sergiler yanında halen restorasyon çalışmaları devam ederken ara ara olsa da bu işi merak edenlere eğitimler halen devam ediyor!”

“İslam Seçen ile Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Cilt Bölümü’nü kurmanız ve yetiştirdiğiniz kişinin gerek atölyede gerekse okulda kalarak eğitimin devam etmesi! ” dediğim an ise
“2015 yılında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Cilt Bölümü’nü hocam ile birlikte kurduk ve birlikte öğretim görevlisi olarak ders vermeye başladık. Hocam ana sanat dalını ben ise yan sanat dallarını anlatmaya başladık. İslam Seçen “Necmeddin Hoca, Emin Barın, birbirinden değerli diğer hocalarım... Geçmişteki hocalarla birlikte bulundum! Okul okur mezun oluruz ama okul bilgisi yetmez! Okuldan sonra araştırma, eskiler- yeniler, müzeleri -kütüphaneleri gezecek göreceksin! 34 sene hocamın dizinden ayrılmadım, hocam bize altın bilezik taktı! Sabır işi, sıkılmayacaksın! Bozdun mu haydi bir daha! Zevk almaya başladın mı çalışmak çok tatlıdır! İlmin sonu yok! Yaptıkça yap, yaptıkça yap...” derdi.
“Ve her şeye yetişemem gençlere aktarmam lazım, onun için asistana ihtiyacım var.” dediği an hocama asistanlık yapmaya başladım. Hastalığı nedeniyle ayrılmak zorunda kalsam da atölyenin kapanmaması için inatla devam ettim! Çünkü benim için burayı yaşatmak İslam Hoca`yı yaşatmak demek! Halen Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Cilt Bölümü’nde görevime devam ederken bende yetiştirdiğim kişiyi buraya yerleştireceğim ki eğitim devam etsin! Bir silsile gibi düşünün. Okul bile olsa ben İslam Hoca’dan yetiştim. Benim yetiştirdiğim kişide benden sonra atölyede, okulda kalsın ve eğitim devam etsin istiyorum! Okul da gerekli ama dışardan birisi gelip “Okul ile alakam olmasın ben usta çırak ilişkisiyle öğrenmek istiyorum.” diyebilir. Yeter ki talep etsin! İslam Hoca`m da öyle derdi “Talebe bak ne kadar güzel isim “talep eden”! Hocam işini seven, işine âşık biri olarak talep eden herkese çok güzel anlatır, rahmet gibi her yere aynı yağardı!”

“Değerli hocalarımızla yaptığım söyleşilerde sıklıkla konuştuğumuz bir konu vardı “Sanatta bir öğretici insana ayları, yılları kazandırır! Çıraklar, üstatlarından icâzet alabilmiş hocalarımızın bir iki cümlesi ile ayları yılları kazanabiliyor! İlim-irfan böyle çıkıyor, hocalık bu yüzden mukaddestir değil mi?” diyorum.
“Evet usta-çırak ilişkisi kadim sanatlarımızın vazgeçilmezidir. Doğru talep edeni bulduğunuzda tüm birikiminizi ayrışmış ve olgunlaşmış olarak ona aktarma isteğinde oluyorsunuz! İnsan ömrü, geçmişi bu kadar eskiye dayanan bir kültürü araştırmaya ya da öğrenmeye kalkışsa; teknik ve malzeme bilgisi, hazırlanışı ve uygulama aşaması, kitaplarda anlatıldığı kadarını denemelere başlasa bir bakmış ki ömrü bitmiş. Ne kadar gelişirsek gelişelim bir şeyin doğuş kısmı ve klasikleşmiş tarafı yönümüzü bulmamızı sağlayacak ve korunacaktır. Diğer yandan hocanın kişisel ahlakı ile eğitim alıyorsunuz, sadece yaptığı işin eğitimini almak değil! İslam Seçen’in kendisi başlı başına bir okul! Yaşadıklarıyla, yaptıklarıyla deneyim sahibi olduğu konuda tecrübesini aktarmasıyla! Mesleki tecrübe başka bir şey! Usta-çırak ilişkisinin çok önemli olduğunu ben hocam ile yaşadım! Bir okulda okuyup diploma sahibi olmak gerekli bir şey ama sadece bu yetmiyor! Düşünün 60 yıl bu mesleği yapmış bir insan eğer size 60 yıllık bilgisini, görgüsünü aktarırsa ilerleyebilirsiniz! Bende baştan başlarsam bir 60 yıl takılırım. Buna ömrümüz yetmez zaten! Usta, çıraklığınızda size aktarırsa sizde daha dolu dolu bir yere taşıyabilirsiniz onu ve sizde aktarısınız muazzam bir yere çıkar! ” .

Sevgili Melike Kazaz “Mesleğimin asıl adı mücellitlik. Mücellit, cilt yapan yani kitabın giysisini oluşturan kişi. Kitap yazılır, içerisi süslenir ve en son aşamada onu korumak için bir muhafaza gerekir. O muhafaza kısmı da mücellitin elinden ve mücellithaneden çıkar!”
Hemen ekliyorum “Cilt sanatçısının mücellitlerden ve cilt restorasyonu yapanlardan farkı var mıdır?”
“Arapça cilt deri demektir. Mücellit ilk verilen isimlerdendir... Anlamını araştırdığımızda deri ile kaplayan manasına varırız. Eski zamanlarda el yazmaları ya da tek nüsha kitaplar zaten sanatsal yapılıyordu; yani sanat eseri bir nüshanın cildi de sanatsal değerde oluyordu! Günümüzde artık "Cilt Sanatçısı" ismini daha çok kullanıyoruz. Klasik Cilt Sanatı`nı devam ettiren, nüshaya göre kapak tasarlayan ve süsleme yapan kişi eski dönemdeki mücellitle aynı işi yapıyor. Ama artık bunu zanaat olarak yapanlarda ciltçi adını kullanıyoruz. Cilt restorasyonu ise tüm bunlardan ayrı değerlendirilmelidir! Çünkü restorasyonda özgür olamaz, tasarım yapamayız, uyumsuz malzeme, ağır yapıştırıcılar kullanamaz, esere zarar verecek uygulamalar yapamayız. En önemli bilgisi kimyadır! Tüm cilt tekniklerini ve malzemeleri bilmeliyiz! Kullanılan malzemenin içeriğini ve sonuçlarını bilmeli, sadece eseri yaşatmak için gerekli olduğu kadar müdahalede bulunmalıyız. Restorasyon yapılacak eserin yaşaması için neye ihtiyaç duyduğunu daha ona dokunmadan öngörebilmeliyiz!”
Sevgili İslam Seçen “İyi bir mücellit dünya üzerinde ne kadar malzeme varsa hepsini tanımalı!” derdi değil mi?
“Kesinlikle! Mücellitlikte çivi ve el aletleri kullanıyoruz, bunlar metalden oluşuyor. Diğer yandan deri traşlama dediğimiz; deriyi traşlıyarak ince kağıt haline getiriyoruz! Onun için bıçkılar ve bıçaklar vardır. O yüzden bıçakçılıktan ve bıçak açmadan da anlamanız gerekiyor! Tahta ahşap kapaklar da kullandığımız ahşap malzemeler var ya da ahşabı kapladığımız bazı şeyler oluyor, ahşaptan da anlamanız gerekir. Sanatsal boyutunda ise altın, kağıt, mühre, âhar bunlar hep kağıt sanatlarını ilgilendirir... Yani Cilt Sanatı atölye ister, alet ister, malzeme ister... Neredeyse tüm malzemeler ciltte birleşiyor. Dünya üzerinde ne kadar malzeme var ise bilmeniz gerekir! Bütün metallerden ve bütün materyallerden biraz da olsa anlamanız ve fikir sahibi olmanız gerekir. Çünkü hepsini ciltte kullanırsınız.
Ama bir mücellithanenin olmazsa olmazı ıstampa dediğimiz işte arkada görmüş olduğunuz o büyük aletler. Istampa, kalıbın desenini kitabın üzerine basarken kullanılır, asıl amacı budur! Ama ıstampayı sadece o amaçla kullanmayız; iki kağıdı birbirine yapıştırmak için bile ıstampaya ve ağırlığına ihtiyaç duyarız. Mukavva makası ise büyük ebattaki kağıtları veya kartonları kesmemizi sağlar. O kartonları elde kesmek ya da falçata ile kesmek imkânsızdır. Bu iki alet bizler için ayrıca önemlidir!
En zorlandığımız şeyler tabii ki malzeme sıkıntısı. Malzemeyi edinmek ve hazırlamak! Çünkü hayvan bulacaksınız, o hayvanın derisine erişeceksiniz, o deriyi koruyacaksınız. Tabakhaneden geçecek, ondan sonra sizin elinize gelecek. Bir eser haline dönüşmek için o kadar zorlu aşamalardan geçip sizin elinize geliyor ki! Günümüzde her şey laboratuvar ortamında üretilmiş hali ile karşımıza çıkıyor, bu nedenle malzeme bulmakta biraz sıkıntı çekiyoruz.
Her sanatta olduğu gibi ciltçilikte de kullanılan malzemenin kalitesi ortaya çıkacak eserin değerini belirliyor. Bu malzemeler içinde en çok derinin seçimi önemli! Deri dedin mi akan sular durur, keçi derisi en güzelidir. Bizim eserler keçi sahtiyan oğlak derisidir. Deriyi almakla iş bitmiyor, aslında asıl iş başlıyor; deriyi etiyle beraber alır, suda ıslatır çamaşır gibi yıkarız... Ama sıcak su ile kesinlikle yıkanmaz; deri yanar, çürür, biter! Çok soğuk da olmamalı, ılık su ile yıkamalıyız! Deri iyice emsin, yumuşasın... Yumuşadıktan sonra deriyi iki mermer arasına yayar, traş edeceğimiz kadarını mermer üzerine çıkarırız... Ve özel bıçkıyı göğüs altından tutarak, göğsünden ayırmadan sabahtan akşama o deriyi yonta yonta traş ederek kağıt haline getiririz. Ama delmeden! Delinirse sil baştan! Yani bir eserde tam deri kullanmak gerekir! Delik kullanılır ise ek yerleri belli olur! Derinin özenle traşlanması cildin ömrünü uzatır! Deriyi traş ettikten sonra ise cama gerilir ve kuruması için bir gün camda bekletilir. Kuruduktan sonra ise yüzlerce sene yaşar, hiç kullanmasan dahi yaşar."

Sevgili İslam Seçen ile tanışamamış olsam da sohbetimizin her anında hocamızın konu özelinde, kendine has üslubu ile söylediği sözleri kulaklarımda çınlıyordu! “Keçi sahtiyan oğlak derisi en güzel deridir... 1000 sene yaşar... Kimya olmayacak deride, kök baya olacak! Çok sağlam kopmaz, yırtılmaz, çürümez!”.

Ve Melike Kazaz ekliyor “Hem sanat hem zanaat! İkisinin harmanlandığı bir bölüm cilt! Birbiri içine giren, ince çizgileri, görünün ve görünmeyen tarafları olan bir sanat! Görünmeyen tarafı siz deriyi dümdüz yüzey görürsünüz ama o deriyi az önce bahsettiğim gibi bizler öncesinde işleriz! O traşlama işi kağıt ayarında oluyor! Ve üzerine bir de işleme...”

“Portekiz’in Başkenti Lizbon’daki Gulbenkian Müzesi’nde sel felaketinde zarar görmüş İslam El Yazmalarının onarımları için Prof. Emin Barın ve Cilt Sanatı’nın duayen ismi İslam Seçen 1969 yılında 2 ay süresince mesai harcamışlar ve İslam Hoca’nın Gülbenkyan Müzesi’ndeki görevi aralıklarla olmak üzere tam 32 yıl sürmüş değil mi?” diye merakla soruyorum!
“İslam Hoca`m yarım asrını vakfettiği ciltçilik sanatında yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da önemli hizmetlere imza atmıştı. Evet Lizbon’daki ünlü Gulbenkian Müzesi’nin selden zarar görmüş kitaplarının restorasyonu için tam 32 yıl boyunca bu ülkeye gitmiş ve dünya çapında bir sanatçı olarak itibar görmüştü! Bizim coğrafyamıza ait eserler olduğu için hocam ayrıca ehemmiyet gösteriyordu bu eserlere!”

“Yurt dışında bunca önemli hizmete imza attıktan sonra Türk-İslam geleneğindeki Cilt Sanatı ile Avrupa’daki Cilt Sanatı arasında ne gibi benzerlik ve farklılık gördüğünüzü hem İslam Hoca`mızın aktarımlarından, hem de sizin tecrübelerinizden öğrenebilir miyiz?” diyorum.
“En belirgin farklılık kapak kısmı olan cilt ve içeriği yani metin kısmıdır! Türk -İslam cildinde metin kısımları genelde Arapça, Osmanlıca ya da Farsça alfabe kullanılarak yazıldığı için sağdan sola yazılır ve bu yüzden kapak başlangıç kısmı sağdan açılır. Özellikle Mushaf’ta olmazsa olmaz bir parça vardır; Sertap ve Miklep! Sol kapak ile miklebi birbirine bağlayan kısmın adı sertaptır. Miklep sol kapağa bağlı olduğundan bize yön gösterir! Avrupa ciltleri ise Latince harflerinden oluşur ve soldan sağa doğru yazılır. Dolayısıyla yine soldan sağa doğru açılır. En benzer özellik ise klasik cilt sanatında kullanılan köstek dediğimiz ve her ikisinde de metin kısmını kapakla bağlayan ve içerisinden destek sağlayan teknik bir özelliktir. Farklılıklar ise Türk -İslam cildinde metin kısmı ile kapak ölçüleri birebirdir ama Avrupa cildinde taşma payı vardır. Dikiş şiraze ve kapak ölçüleri aynı gibi görünse de tamamen teknik özellik farklılıkları vardır. Ve üzerindeki süsleme için kullanılan malzeme aynı olsa da uygulama aynı değildir. Türk - İslam cildi sırt kısımdan birleşir ve mukavva kullanılmaz, sadece deriler birleşir ve sırt kısmında süsleme olmaz. Avrupa cildinde ise taşıyıcı genelde kapaklardır ve sırt kısımlarında mukavva bulunduğundan oldukça süslemelidir.”
“İslam dini ve medeniyetinin temelinde Mukaddes Kitabımız Kur`an-ı Kerim yer alıyor. Araştırmalarım ve izlediğim söyleşilerde gördüğüm üzere bunun İslam Medeniyetini bir kitap medeniyeti yaptığı belirtilmektedir. El yazması kitapların daha çok İslam Dini ve Kur`an-ı Kerim odaklı olduğu doğru mudur sizce?”
“İslami eserler diye genelleyemeyiz. Şark toprakları Batı ve Doğu, arada tabi İslami olmayan şeyler var. İnançlara saygı yüksek seviye de olsa da her türlü bilgiye saygı var! Bizim için en güzeli olmalı, en iyisi olmalı diyerek yola çıkıp, insana daha değerli nasıl hissettirebilirim aşkı ile Kur`an-ı Kerim’i daha çok süslemişiz. Padişahların ihtişamını nasıl yansıtabiliriz diye daha da süslemişiz! Kitap bizim kültürümüzde o kadar aziz bilinmiştir ki zamana karşı korumak için özel olarak ciltlendiği gibi bu ciltlerin tezyinatı başlı başına bir sanat haline getirilmişti. Kitap ve yazı İslam tarihi boyunca özel bir ilgiye mazhar oldu. Bu da kitabın yazılmasından, okunmasına kadar her safhasının bir sanat halini almasını sağlamış ve kitap sanatları gibi derya deniz bir sanat hayatımızda yerini almıştı.”

Sevgili İslam Seçen birikimiyle sanatına yenilikler getirmiş, gelecekten umutlu bir duayen! Birçok söyleşisinde “Sanatkâr dediğin yenilikler getirmesi lazım, yenilikler getiremezse sanatkâr olmaz! Araştıracaksın, sabırlı olacaksın, tekrar tekrar deneyeceksin! Ekoller buraya getirmiş ve buyurun demişler! Biz bundan sonra gelecek nesillere ne diyeceğiz? Tabii ki bir takım yenilikler getirmeli ve her zaman yeniliklere açık olmalıyız! Tarzına uygun yaparak ekol yaratmalıyız! Allah’ın ilmi sonsuz! Işık var, araç gereç var... Eskiden hiçbiri yoktu! Nasıl bu duruma getirmişler halen düşünüyorum! Mumla nasıl yazılır bu eserler! Kağıtlar nasıl mührelenir!” Ve ekliyor “Devlet biraz destek olsa dünyayı sarsarız, emin olun mübalağa etmiyorum” diyor. Cilt Sanatı sizce yeterince destek görüyor mu?”

“İkinci Dünya Savaşı’nı görmüş, doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalmış, İstanbul’un en güzel zamanlarını yaşamış, Geleneksel Sanatların piri Necmettin Okyay, oğlu Sacid Okyay ve Prof. Emin Barın’dan bu sanatı öğrenmiş. Mimar Sinan Üniversitesi’nin önce öğrencisi sonra Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Cilt Ana Dalı`ndan emekli olmuş, 1962 de Kültür Bakanlığı’nın isteğiyle Süleymaniye Kütüphanesi’nde cilt ve patoloji bölümünü kurmuş, bu tarihi kütüphanedeki 3000 civarındaki yazma eserin restorasyonunu yapmış ve emekli olmuş, Gülbenkian Müzesi’nde en nadide İslam eserlerinin 32 yıl boyunca restorasyonunu yapmış ve yüzlerce öğrenci yetiştirmiş! Yurt içi ve yurt dışı birçok yerde görev almış olan İslam Seçen bunu söylüyorsa vardır bir bildiği! Elimizdeki hazinenin farkında olup doğru kullanmayı başarabilirsek, sanatı anlamak ve doğru anlatmak konusunda destek görebilirsek, öğrenmeye hevesli yeni nesillerin yolunu açabilirsek, sürekliliği olan çok güzel başarılara imza atabiliriz. Nicelikli değil nitelikli destek görmemiz çok önemlidir!”

“Kültürel mirasımızın korunması ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için büyük bir titizlikle yürüttüğünüz restorasyon çalışmalarınızın detayları üzerinden gidebilir miyiz?”
“Kitabın önceliği metin kısmıdır; asıl olan bilgi yani yazıdır! Ama el yazması eserlerin kağıdından, derisine, süslemesine kadar her şeyin bilgi verdiğini düşünürsek, tamamı bir bütündür. Kuru temizlik ya da sulu işlemler; kağıdı, süslemeleri ve tabii ki cilt kısmı olmalıdır. Her birinin ayrı ayrı önemi çok büyük olup sıralaması bu şekildedir. Sonrasında yine dikişi, sırt desteği şirazesi (tülbent mermerşahi ipek), yani kağıtları ve cilt kısmı olmalıdır. Kurtarılması gereken cildin teknik özellikleri ne ise yine o teknikte yapmak bilgiyi geleceğe taşımaktır!
Restorasyon ile eserleri tekrar hayata döndürünce büyük keyif ve zevk alıyorum. Biz kitaba açıkçası insan gözüyle bakıyoruz. Nasıl bir insanın kol, bel, boy ölçüsü varsa kitabında kendi ölçüsü var. Hatta şöyle söyleyeyim kitap çarpık kesilmiş, bir tarafı uzun, bir tarafı kısa olsa da siz kapağı ona göre yapmak zorundasınız! Yani bir nevi terzilik mesleği... İnsana göre butik terzilik mesleği nasılsa kitabın üzerindeki kapağı da içindeki kitaba göre şekil alır. Aslında kitap sizinle konuşur, ihtiyaçlarını söyler! Kalınlığına, inceliğine göre nasıl malzeme kullanabileceğinizden bahseder... Kitap ne istiyorsa siz onun üzerinden gidersiniz, yani kararı yine siz vermiyorsunuz kitap veriyor!”

“Sayfaları ve kapağı yüzlerce yılın verdiği yorgunlukla incelmiş, nemin ve böceklerin etkisiyle lime lime olmuş el yazması eserlerin, aylarca süren titiz çalışmalar sonucu onarılabiliyor olması!” diyorum.
“Bu lime lime olan el yazması eserler İslam Seçen’in elinde yeniden hayat buluyor, ömürlerine ömür katılıyordu! Böcekler o kadar istila etmiş oluyor ki böceklerden kurtarmamız mümkün olmasa da bilgiyi kurtarıp, korumamız gerekiyor! Öncelikle böcekli kağıdı farklı bir kağıda monte ediyoruz; iki kağıt bir araya geliyor ve birleşiyor. Buna Vassâle diyoruz... Akkase ise aynı kağıt üzerinden renklendirmek, içerik değiştirmek! Nemin ve böceklerin istila ettiği bir el yazması geldiğini düşünürsek, hele birde ansiklopedi ise yıllar sürer! Her gün mesai gibi başına oturacaksınız!”
“İşte bu yüzden parça parça da olsa Lizbon Gulbenkian Müzesi’ndeki çalışmanın nasıl 32 yıl devam edebildiğini daha net anlıyorum! İslam Hoca’nın söyleşilerinde el yazması bir kitabın ilk aşamasından, son aşamasına kadar tüm detaylarıyla izleyince de çok keyifli ama bir o kadar da sabır gerektiren bir sanat olduğunu görmüştüm! Hele ki İslam Hoca “Altını o kadar ince yapıyoruz ki mürekkepten bile ince olmalı! Altının fırçadan akması gerekiyor!” diyordu!

Sevgili Melike Kazaz ile görüşürken araştırmalarıma dayanarak İslam Hoca’dan çokça alıntı yapmıştım ama kaleme alırken anladım ki bizim sohbetimize İslam Hoca’da eşlik etmişti! Gerçekten inanılmaz bir duygu! Gerek İslam Hoca’nın aktardıkları gerekse Melike Kazaz’ın aktardıkları zihnimde canlanırken, hep birlikte sohbet etmişiz gibi gerçekçi! El yazması bir eser üzerinde yapılan çalışmaların ilk aşamasından, son aşamasına kadar geçen süreci gelin İslam Seçen ve Melike Kazaz’ın anlatımlarıyla dinleyelim!

“Cilt dediğiniz şey insandaki gibi aslında, bütün iç yapımızı koruyan bir deri tabakası! Deri dediğimiz şey kitapta da aynı köken... İnsanda nasılsa kitapta da aynı! Ama koruyan şeyin içeriği de bizi ilgilendiriyor. Yazma eser dediğimiz şey kağıdından başlıyor, bir çok kağıt çeşidi var; Kağıt el yapımı mı? Yurt dışında mı yapılmış? Filigranlı mı? Önce kağıdın yapısına bakıyorsunuz. Üzerinde bir âhar var... El yazması olduğu için bir hata sonucu silinmesi ya da biraz kazınması gerekir... Eğer kağıt âharlenmezse yazı silinemez ve kazılamaz! O sayfanın yeniden yazılması gerekir. Bu nedenle âhar çok önemlidir! Daha bakın yazıya gelmedik; kullanılan mürekkebi, yazıya dökülmesi, yazıdan sonra tezhiplenmesi daha birçok şey!”

“Tüm bu aşamalar sonrası önce dikiş başlar ve kitap meydana gelmiş olur! Sırt kısmına tülbent koyarak şirazesi(*) örülür. Dikişten sonra en önemli şey şirazedir! Bir binadaki kolonlar nasılsa kitaptaki kolonlarda şirazenin altında gizlenir! Süs gibi duruyor ama alt yapısında yer alan kolonu gizlemek için yapılmıştır. Çok ince bir ayrıntıdır şiraze! Hocamızın dediği gibi “İpek ibrişimle dikmek lazım ki çürümesin! Naylon ibrişim kullanılırsa yaşamaz! Kök boyalarla şiraze yapılınca kitap kuvvetlenir! Kitabın dikişi zayıftır ya şiraze öyle bir kuvvetlendirir ki minareden atsanız bir şey olmaz... Biz fâniyiz kitap bâkî! 1000 sene, 2000 sene, 10000 sene kitap yaşar!”

“Şiraze sonrası deri seçilir! Deri seçiminin keçi derisinden yana yapılması önemlidir! Daha ulaşılabilir olmasının yanı sıra kıl yapısı dağınıktır, kılların çok sık olmaması gözeneklerin de daha az olmasını sağlar. Keçi-Oğlak derisinin işleniş şeklinin sahtiyan olması ise büyük önem taşır. Bu nedenle bizim için derinin tabaklanma şeklinin sahtiyan olması çok önemlidir! Günümüzde derinin yağından arındırılması için kimyasal ilaçlar kullanılsa da deri seçimi sonrasında doğal bir yöntem olan meşe palamudu ile yağından arındırılmalıdır, çünkü üzerinde altın kullanacağız! Diğer kimyasallar altına da zarar veriyor, derininde çabuk yıpranmasına sebep oluyor. Doğal bir şeye doğal tepkime verdiğinizde bu sefer ortaya daha uzun bir yaşam çıkıyor ve altını üzerinde daha çok barındırıyor!

Daha sonrasında ise üzerine dönemine uygun kalıplar ve motifler geliyor! Mukavvadan hazırlanan kapaklar üzerine deri yapıştırılıyor ve kalıplarda ki desen ıstampa ile kapağın üzerine aktarılıyor. Sonrasında ise altın ile süslemeye geçiliyor. Ama önce altını arabi zamk ile uzun uzun ezmek gerekiyor! İslam Hoca’nın dediği gibi “Tava geniş olursa altının ezilmesi daha güzel olur! Eskiden özel altın tabakları vardı... Eski eserler, bizim klasik tarzdaki eserler 50 kişi, 100 kişinin elinden geçermiş. Önce tek parmakla, genişledikçe iki parmak, üç parmak şeklinde tabağın büyüklüğüne göre... Sonra parmakla hafif su damlatılır! Çünkü mürekkep haline getirmek lazım... Mürekkepten daha ince olursa işte eser budur! Topkapı’da sergilenen eserler böyle yapılmıştır! On dakika da yirmi dakika da altın eziyorlar... Bu kadar sürede altın ezilmez! Ezme işiniz bitince bu parmakları bir gün boyunca kıvıramazsın! Parmaklar yavaş yavaş, masaj yapa yapa eski durumuna getirilir. Sonra ince fırça kullanarak kapak üzerinden altın ile çepeçevre süslersin! Hangi kalınlıkla başladıysan o kalınlıkta bitmesi lazım... Biri kalın biri ince olmaz! Kapakta dişi, erkek tabiri kullanırız; motifler erkektir, zemin kısmı dişidir. Devamında kapak parlatıldıktan sonra yumurta akı şap ile kestirildiğinde elde edilen lak sürülerek sabitleştirilir! Sonra denize atın hiçbir şey olmaz! Altınlama kısmının son aşaması ise kenarlarına zencerek çekilir ve bu zencerek kısmı da çekiç darbesiyle vura vura tamamlanır!

Kapaklar kitaba takılmaya hazır! Hüner kapakları birleşme noktası belli olmayacak şekilde yapıştırabilmektedir! Önce sol kapak kitabın sol kısmına kolayla yapıştırılır. Sol kapak kuruduktan sonra sağ kapak kitabın sırtına yapıştırılır. Sağ kapağın sırta denk gelen kısmı sol kapağın muhat payı denilen hafif çukur kısmına yapıştırılır. Yön tayin eden mıklep kısmı araya konur. Herkes mıklebi okumak için zanneder ama okumakla ilgisi yoktur. Arapça sağdan sola okunduğu içindir, haşarat girmesin diyedir! Kitabı eline alan kişilerin çoğu iki karton mukavva zannediyor ama çok incelikleri var!
Kapak cildin en göz alıcı yeridir! Kitap dışı süslendikçe daha da değer kazanır. Dış kapak ayrı süslenir, iç kapak ayrı süslenir. Kıyafet dikmek gibidir! Yaptığımız şey kitabın kıyafetidir, hiç farkı yok... İçi zaten eşsiz bilgilerle dolu, dışı da süslendikçe değeri inanılmaz artıyor!”

“Günümüzde Cilt Sanatı hâlâ geleneksel yöntemlerle sürdürülmekle birlikte teknolojik gelişmelerin Cilt Sanatı’na etkileri nasıl oldu acaba?”
“Teknolojinin bize çok büyük zararları olmadı diye düşünüyorum, yeter ki siz neyi, nerede kullanmanız gerektiğini bilin! Yardımcı ve faydalı olduğu kısımlar dahi görürsünüz! Eskiden el yazması dediğimiz kitaplar ele alınır, okunurdu ve bizlerin bunları tamir etme şansı daha yüksekti. Artık birçok şey dijitalde ama dünya üzerinde o kadar çok kitap var ki, sonraki birçok nesle yetecek ve el yazması kitaplar asla yok olmayacaktır!

Cilt aslında meslek değil bir sanat haline geldi! Bizler artık el yazması odaklıyız! Teknoloji ne kadar ilerlemiş olursa olsun yazma eserleri teknoloji ile tamir etmeniz çok mümkün değil. Tabii korunması için teknolojiden faydalanılıyor. Müzelere baktığımız zaman öyle ortamlar oluşturuluyor ki nem dengesini ayarlayan hep cihazlar! Korunması, yedeklenmesi, analiz edilmesi konusunda teknolojiden faydalanıyoruz ancak kitabın baştan yaratılması, üzerindeki süslemeleri teknoloji ile yapmak mümkün değil. Kitaba bakarken sadece bilgi içerdiğini zannederiz oysa ki kitaplar üzerindeki renk ve kağıt türünden dahi bizlere dönem bilgisi verir. Dijitale aktardığımızda bu özel bilgileri kaybederiz!

Yazı olduğu müddetçe Cilt Sanatı hep yaşayacaktır! Hatta yazı olmasa bile eski eserler nadide olmaya devam ederken, manevi değerleriyle birlikte özenle korunarak yaşatılacaktır! Azınlık da olsa güzeli koruma ya da sahip olma isteği insanın doğasında var. Yadigâr eserleri korumak ve yaşatmak için yine Cilt Sanatı`nı bilmeye ihtiyacımız olacak! Şimdi herkesin çok bildiği bir söz var “Söz uçar yazı kalır” dijital dediğimiz şeyde aslında biraz böyle! Yani yazılı olan, elde tutulan, belli bir vücuda sahip olan her şey mutlaka yaşayacak. Elimize yüzlerce yıllık eserler geçiyor, öyle iyi korunmuş ki sanki dün yapılmış! Ama şöyle düşünelim; yedeklemeleri yapılsa dahi dijitalde olan dosyalar silinirse, elektronik cihaz bozulursa maalesef geri dönüş yok!

Diğer yandan teknolojiden faydalandığımız bazı noktalar tabii ki var. Mesela el traşını yarma dediğimiz teknolojik makineler sayesinde yapabiliyoruz. Daha hızlı ve daha seri bir şekilde derinin arkasındaki süeti alıp, deriyi size veriyor ama bir taraftan elde traşının unutulmasına sebep oluyor! Ve el traşlaması ile arasında çok büyük fark oluyor! El traşını öğrenmek insanın 3-4 yılını aldığından öğrenme aşamasında eğitimi hızlandırmak, tekrar etmek için bu teknolojiden yararlanıyoruz. Ama demiyoruz ki bu böyle devam etmeli. El yazmaları için hakkı ne ise onunla yapılmak zorunda!

Yazının icadından günümüze kadar dönemlerin birbiriyle olan bağları, değişim ve gelişim süreçleri, yenilik arayışları, var olma istekleri, yüzyılları aşan sanatları bir insanın ömrüne sığrdırması imkansız... Ne kadar gelişirsek gelişelim bir şeyin doğuş kısmı ve klasikleşmiş tarafı yönümüzü bulmamızı sağlarken, sanayileşme ve teknolojinin gelişimi bu bilgilerin çıraklara aktarılmasının sonucudur. Yoksa olduğumuz yerde sayar hep başa dönerdik. Çok ayrı dünyalar, hep birbirinin içindeler ama asla karışmıyorlar! Diğer yandan teknoloji hayata hız kazandırırken, en güzel ve keyifli detayları kaçırmamıza neden oluyor tabii!”

Adanmışlığın, sabrın ve azmin örneği olarak çalışmalarını şevkle sürdürmüş olan Sevgili İslam Seçen “Sanat deyince insanın aklına bütün evren geliyor, sanatların sonu yok! Hangi sanat olursa olsun tatbik etmeye değil de sonuna kadar dinlemeye doyum yoktur! Ecdatlarımız o kadar güzel eserler yapmış ki iyi ki kendimi vakfettim bu eserlere... Tüm bu eserler beni manevi bakımdan dünyanın en zengin adamı yaptı.” derdi!

Hocamız manevi anlamda dünyanın en zengin insanı olunca bizleri de bu manevi dünyanın içine çekiyordu adeta! Sevgili Melike Kazaz’ın dediği gibi “Hocam benim için halen yaşıyor. Onun tavırları, halleri... Benim yaptığım bir şeye olan tepkisi... Hocam çalışırken her zaman Onu izliyordum. Artık hocam beni izliyor sanki! Şuan dahi bir işi yaparken zihnimde hocam ile konuşuyorum! Atölyede birlikte çalışmamızın en büyük şanslarından biri koleksiyon eserleri gelir, her bir eser birbirinden farklıdır! Bir dikiş gelir hocam bu kadar yıl, bu kadar eser görmüş; “Böylesini ilk defa görüyorum.” der. Düşünün İslam Seçen bile! Her gelen eser bizim için yeni bir öğreti! Hocam için öğrenilmiş bir şey ona tepkisi farklı, diğerine farklı! Her gün yanında yeni bir şey öğreniyorduk!

Hep hocanın nasıl tepki verdiğini izlerdik! Şimdi hoca yok ama O izleyene dönüştü! Kendisi burada olmasa da içinizden bir yerden sizinle birlikte bakıyor! Siz izleyiciydiniz şimdi O izleyiciye dönüştü gibi hissediyorum! Hane çalışma sırasında kolaylaştırmak, kaçmak için yanlış bir şey yapmaya yeltenir ya insan “Ben sana böyle mi öğrettim, böyle mi gösterdim.” diyecekmiş gibi. Öğrettiği şeylere ihanet etmemeye çalışıyoruz! Bu da böyle gülümsetiyor insanı! Maneviyat çok kıymetli bir şeymiş gerçekten!”

Zaten siz hocamızın mirasını gerek atölye, gerekse okul anlamında devralıp yaşatarak, bayrağı en yükseklerde taşıyıp hem Prof. Emin Barın’ı hem de Cilt Sanatı`nın duayen ismi İslam Seçen’i gönüllerimizde yaşatarak, gelecek nesillere taşıyorsunuz! İslam Hoca’mızın dediği gibi “Saygı olacak, sanat olacak ilerleyeceğiz! Bu vatan böyle kurtulur, yükselir!”

Yazardan Not: (*)“Bilirsiniz “Şirazesi dağıldı/şirazeden çıktı” gibi şeyler denir; bir kitabın kolonları koptuğu zaman kitabın kendisi de dağılır. İşte "Şirazesi Dağıldı" buradan gelir.”

Yorumlar