Muhayyer Muhabbetler

M. Doğan-Yürük

Havada uçuşan notalar, hayaller, üzerime yağan avuç avuç peri tozu… Yaşamın, gündemin kargaşasından bir anda uzaklaştığım bir masalın içerisindeyim adeta... Yaşanmış bir sürü gizemi saklayan eski eşyalar, anılar, sesler, belgeler... Her biri farklı hikâyesiyle bir film şeridi gibi gözümün önünden geçerken, her karesiyle günümüzde bilmeyen birçok bilgiye ışık tutmaya devam ediyor.

Eski eşyalar, eski şarkılar, eski insanlar, yaşanmışlıklar ve masal diyarlarına yaptığım yolculuklar... Rivayet o dur ki, gerçekleşmesini çok istediğin bir şeyi hurma dallarının altında durup da gönülden dilersen, dileğin olurmuş. Hurma dallarının tozlu küflü yaprakları arasında ise bir peri yaşarmış ve dilekleri o gerçekleştirirmiş... Dilekleri gerçekleştirdiği rivayet edilen bu peri, tavandaki dallar arasından gün yüzüne çıkar, ortalığa avuç avuç peri tozu serperek gülen yüzlü, ışıl ışıl gözlü dostları bu mekâna çekermiş. Müzik yapmayı ve dinlemeyi seven dostlar peri tozunun da etkisiyle dostane, neşeli vakit geçirirlermiş. Bir tutam tarih kokusu, bir tutam yaşanmışlık, bir tutam müzik ve birkaç tutam peri tozu atılarak oluşan muhabbetlere ise “Muhayyer Muhabbetler” denirmiş.

Kuzguncuk İcadiye Caddesi’nde yürürken, masal diyarlarına yolculuklara çıkabileceğiniz bir kapı açılır önünüzde... Burası tavanında büyülü hurma dalları asılı olan bir eskici dükkânı... Tarihin kokusunu, ruhunu, yaşanmışlıklarını, hayalleri, masalları buram buram hissedebileceğiniz Muhayyer Muhabbetler’de her şey adeta efsunlu... Bütün yüklerinizi kapıda bırakarak düşler diyarına adım atma zamanı artık!

Bu büyülü masalın kahramanı olarak kendi hikâyesini yazmaya devam eden Sevgili Mustafa Doğan Yürük ile masal diyarlarına yolcuklara çıkarken “Her köşesiyle, her detayıyla hayal alemine daldığımız, masallar arasında dolandığımız büyülü bir dünya burası... Açıkçası seni, mekânını tanımakta çok geç kalmışım” diyorum. “Her şeyin bir zamanı olduğuna inanırım... Ne erken ne geç... Sırrı o an orada olan... Hayat sana neredeydin demeden...” diyor.

Hemen ekliyorum “Mahalle kültürü olan semtler beni ayrıca büyüler! Ağaçları, cumbalı taş evleri, yalıları, rengarenk boyanmış ahşap konakları ve asaletleri bu semtlere kişiliğini veriyor. İnsanın içindeki aşkı kabartan semtlerin yeşilini, denizini, tarihini, samimiyetini koruduğunu hissederim, hissetmek isterim! Bu semtler bana göre yaşayanlarıyla, esnafıyla ve kültürel dokusuyla şehrimizin en özel adreslerindendir! Ulu çınarları gölgeleriyle ve serinliğiyle tatlı bir huzur verir bana... Ufak ve karakteristik kafelerinde kahvaltı, kahve, gazete keyfi yaparken devamında yazılarımı yazabilmek ise paha biçilemez! İstanbul’a bir o kadar yakın ama bir o kadarda uzak böylesi semtlerin nostaljisini koruyan her sokağı yaşanmışlıklarla dolu ve ayrı bir büyüsü var! Bunca güzelliğinin yanında ezan sesi, çan sesi ve hazan(*) sesinin birbirine karıştığı bu semtler hoşgörü ve huzurun sembolü olarak tüm dünyaya mesaj da vermektedir. Böylesi özel semtlerimizden sadece biri Kuzguncuk! Bu eskici dükkânı ise Kuzguncuk’un her dönemini dinleyebileceğimiz yerlerden! Buram buram tarih kokan bir semtte geçen çocukluk yıllarına, eski meraklarına, eğlencelerine geri dönelim mi?” diyorum.

Sevgili Doğan “Yeşilli, mavisi, koca çınarı, mis kokulu rengarenk çiçekleri arasında geçen çocukluk yıllarımın ayrı bir tadı var gerçekten! Kuzguncuk’un her dönemini sıkılmadan saatlerce anlatabilirim, hele hele çocukluk yıllarımı! Daima sorgulayan, ezberleri bozan aykırı bir çocuktum. Benimle zıtlaşılmayacağını ilk anlayan ise ilkokul öğretmenim olmuştu. Ölçüm yoktur... Ölçüm olmayınca herkes kontrollü yaklaşıyor tabii!

Muhayyelem çok genişti... Daha 8-10 yaşındaydım sinemam vardı... Kuzguncuk’taki çocuklarla sinema yaptım, biri geçse şuan anlatır... Bende hep kendi düzenimi kurma davası vardır, hep ama! Çocukken devamlı kendi odamı kurardım, evdekiler mecburen dağıtırdı. En son ne yapmıştım biliyor musun; eski karyolalar yüksek olurdu ya onun altına giriyordum, orayı oda yapıyordum...”

Heyecanla hemen ekliyorum “Mahalle kültürüyle büyümek bir topun peşinden on kişi koşturmak demek... İp atlamak, seksek oynamak, kiraz ağaçlarına- erik ağaçlarına dalmak, misket oynamak demek... Bende hanımelleri, ıhlamur kokuları, kocaman alman papatyaları arasında büyümüş, sokaklarda bisiklet sürmüş, beştaş, yakan top, istop, seksek oynamış olsam da tarihi semtlerimizdeki mahalle kültürünü ayrı bir severim... Böylesi özel semtlerde çocuk olmak da çok güzel gerçekten!”

Okul hayatı sonrası iş hayatında çok hızlı adımlarla ilerleyen Sevgili Doğan bu dönemi şöyle aktarıyor... “Çocukluğumdan beri ticaretle çok ilgiliydim, babamın arkadaşının yanında gümrük komisyonculuğuna başladım. Bu işi o kadar kısa sürede kavradım ki iki ayda gümrüklere çıkmaya başlamıştım bile... İki sene sonra ise kendi şirketimi açtım... Sonra da bir güzel battım... Daha askere bile gitmemiştim... Ama iyi ki batmışım, çünkü yaşa taşa basmamayı öğrendim! Devamında ise her şeyi borçlu olduğum patronum Sevgili Nuri Üçpınar ”Gel bizim şirkette başla..." dedi ve tekrar işime geri döndüm. Nuri Üçpınar bu işin piridir, geceli gündüzlü birlikte çalıştık, işleri oldukça büyüttük... Öyle yoğun dönem ki patronla ortak işimiz yanında birkaç arkadaşımla kendi firmalarımız var, devamlı çalışıyoruz. Fakat ben bu değilim diyorum! İş dünyasında çok iyiyim evet, ama ben bu değilim! Kendimi ilk defa mecburiyetler arasında sıkışmış gibi hissediyorum... Hayatımın neredeyse tamamını kapsayan iş dünyasına devam etmeye mecbur muyum? Kendi yaşamım için yeni bir dünya kurmalıyım diye düşünürken “Ben bu ortamların adamı değilim... Zamanı gelince ben yoluma yürüyeceğim arkadaşlar diyorum...” ama o kadar da güzel işler başarıyorum ki bana inanmıyorlar bile! Piyasada güven duyulan işlere imza atmaya devam ediyoruz, kazancımızda iyi ama bunlara rağmen mutsuzum.” diyor.

Kurumsal iş hayatına devam eden bir olarak hemen ekliyorum “Sana katılmamak mümkün değil... Hayatımızın en enerjik, en verimli dönemlerini sabah 09:00, akşam 18:00 çalışma kuralına göre işleyen mesailerle geçiriyoruz. İster istemez kalıpların içerisine sıkışıp, kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz. İşimizi çok severek yapsak da, başarılara imza atsak da iş dışında yaşamaya da ihtiyacımız var. Ben sanat, kültür, edebiyat, müzik ile ruhumun pasını silerek iş hayatıma devam etsem de emeklilik sonrası ne olur bilinmez diyorum:) Peki senin hayatında ahşap, boyama gibi işler hobi olarak dahi yokken ahşabın binbir işine girip, böylesi zarif işçiliğe nasıl başlıyorsun?"

Sevgili Doğan “2000 senesinde Fenerbahçe’de yaşıyordum ama yaz aylarında kalabilmek için Kuzguncuk’daki evi toparlamak istedim. Çocukluğumun geçtiği böylesi bir semtte keyifli anılarım eşliğinde, kendimle baş başa kalabileceğim bir sığınak adeta! Hemen hazırlıklara başladım ve ustaları eve soktum. Ama gördüm ki işin detayları konusunda ustalarla anlaşamıyoruz... Ustaların parasını verip gönderdim. Sonra “Bu evi kendim yapacağım!” dedim. İşte hikâye de tam olarak burada başlıyor! Yapacağımda nasıl yapacağım… Boya fırçasını dahi elime almamıştım! Ama ben istersem yaparım; görürüm, nasıl yapıldığına dikkat ederim ve ben nasıl yapabilirim... Bu üç aşamayı birleştirir başarırım! Olmazsa da olmaz zaten...”

“Evi bir görseniz kapılar, duvarlar bütün ev yağlı boya... Günlerce o kapıları kazımakla uğraştım. Akşam işten geliyorum sabahlara kadar kazıyorum. Ama onca yorgunluğa karşın bana o kadar iyi geliyor ki inanılmaz! Sonra işe gidiyorum ”Nasıl bir dünya bu! Ne diyorlar...” oluyorum! Böylece yavaş yavaş kopmalar başlıyor... İşten 17:00’da geliyor, yemek yapıyorum... Ve görüyorum ki çok iyi yemek yapabiliyorum… Birbirinden güzel yemekler yapmaya devam ederek daha da profesyonelleşiyorum! Tüm bu süreç içerisinde anlıyorum ki gerçekten çok mutluyum! İş yerindeki arkadaşlarıma ve çevreme anlatıyorum ama bana inanmıyorlar... İş dünyam ile yeni düzenimdeki bu detayda zarif işçiliği, zevki bağdaştıramıyorlar tabii… Resimlerini çekiyorum gösteriyorum yine inanamıyorlar…

İşte bundan sonra ahşabın bin bir işine girdim ve öyle de devam etti... Kuzguncuk’taki evde yer alan tüm eşyalarda emeğim var. Ama neler yapıyorum görseniz; varaklardan tutun, eski eşyaların revizyonuna kadar... Zamanla tasarım yapabilir duruma da geldim. Amcamın oğlu Şükrü Abi’de meraklıydı bu işlere, hafta sonları bana eşlik ederdi. Evimi kendi emeğimizle, keyifle dekore ettik. Ticaret fikri Şükrü Abi’de yoktu ama ben o ışığı görmüştüm sanırım, bende az çok oluşmaya başlamıştı.”

Heyecanla hemen ekliyorum “Bana da “Yoğun iş hayatınla birlikte nasıl gezip, nasıl yazıyorsun...” diyorlar. Kurumsal iş hayatım devam ederken tarih ve sanat aşkıyla daha da üretken oluyorum! İş yerimiz, aile ortamımız ne kadar yoğun olsa da bu yoğunluklar bir anlamda beni kamçılıyor... İş de, aile ortamında yoğunluğu yaşayıp spor yaparak, yazarak tekrar enerji topladığımı, huzur bulduğumu görüyorum! Bu nedenle yoğun iş hayatın devam ederken, bu detayda ince işçiliklere nasıl enerji üretip, zaman ayırabildiğini anlıyorum. Ayrıca Muhayyer Muhabbetler’de müziğin birleştirici gücünün de inanılmaz bir şekilde kullanıldığını görüyorum. Peki yolun müzik dünyası ile nasıl kesişti?”

Sevgili Doğan “Müzik ney üflemeyle başladı aslında... Bir gün Şükrü Abi ile kapı tokmağı arıyoruz... Üsküdar’a Bit Pazarı’na gidelim dedik... Kapı tokmaklarına bakarken aşağıdan bir ney sesi geliyor... “Abi yürü” dedim... En alt kata indik, bir kapı... Baktım bizim Namık Abi’de orada... “Abi ney sesi duydum...” dedim. “Girelim gel..." dedi. Kapıyı açtık bir bey bizi karşıladı... Hafif kel, üzerinde şort, ayakta terlik... Nasıl tatlı bir bey! Bizi bir karşıladı inanamazsınız! İşte o an! Saniyelik bir şey yani... O an “Ben Kuzguncuk’ta bir yer açacağım ve bu bey benim dükkânımda olacak...” dedim. Bu sayılı saniyeler sonrasında heyecanla tanıştık... Kendisi Eczacı Metin Abi’ymiş... Müzik aletleri yapıyor, aklınıza gelebilecek tüm müzik aletlerini hem de! Öyle bir kibar adam ki anlatamam! “Abi bana ney’i öğretebilir misin? Benim oğlan da istiyor.” diyorum. Devamında biz oğlan ile başladık derslere... Ney’den ses çıkarabilmek çok önemli biliyorsun, normalde aylar sürebiliyor... Oğlum ilk günde, ben ise bir haftada ses çıkarabildim...

Ney derslerine gidip geliyoruz... Bu arada benim kafamda mekân şekillendi tabii... Ve kendi kendime dedim ki “İşi kesin bırakacağım...” İşleri arkadaşlara devredebilmek için bir süre daha devam edip, emeklilikle işten ayrıldım. Ama halen bu iş ilgili kafamda “Acabalar ” dönmeye devam ediyor... Züğürt Ağa Filmi’ni bilirsin... Son sahnesini hatırla; Kiraz’a bakacak ya... “Ben işsiz ağayım... Ben ağalıktan başka bir şey bilmem ki...” Kiraz “Bildiğin bir iş yok mu?” diyor. Züğürt Ağa’nın aklına çiğ köfte geliyor ve çiğ köfte yapıp ayağındaki tokyolarla satıyor... Beyoğlu’ndan bir dönüşü var hatırladın mı? Gülüşü, neşesi! Bende dedim ki “O zaman eskici ol... Zaten yapabiliyorsun eskiciliği! Tut ki yapamadın, işe geri dön sadece bir sene kaybın olur diyerek son kararımı verdim.”

Ve heyecanla ekliyor “Burası muhayyelemde yoktu. Neresi bilmiyordum ama kafamda her şeyi tasarlamıştım. Tesadüf eseri burayı buldum ve hemen Metin Abi’ye haber verdim... “Abi Kuzguncuk’ta bir yer buldum böyle böyle bir şey yapıyorum var mısın?” dedim.
"Tamam oğlum varım." dedi. “Sana bir anahtar... Yap enstrümanlarını, çal udu’nu, ney’ini..." dedim.

Sevgili Doğan keyifle dükkânın hazırlık aşamalarını aktarıyor “Dükkânlar yapılırken camlara beyaz kağıt koyarlar ya... Ben bir kraft kâğıdın üzerine Hayat Mecmuası`nın eski resimlerini yapıştırdım. Bir ilgi gördü ki inanamazsın! Bir süre sonra ise “Ne zaman değiştireceksin...” diye sorular gelmeye başladı... Resimleri değiştirmek durumunda kalıp devamlı değiştiriyordum! Dükkânı açtıktan sonra da bir ay resimleri değiştirmeye devam ettim... Kaldırılan resimleri isteyenler dahi oldu...”

Hemen ekliyorum “Olumlu düşünce ve huzur içimizden çevremize yayılarak, temas ettiğimiz her şey üzerinde olumlu etkiler bırakır. Bu açıdan baktığımda kişisel enerjini yaydığın an her koldan ilgi görüp, böylesi geri dönüşler alman şaşırtıcı değil! Nostaljinin güzel ve hüzünlü bir duygu olduğunu da göz önüne alırsak, bu özel işe adım atarken doğru yolda olduğunun kanıtı adeta!” diyorum.

“Evet doğru enerjiyle severek, isteyerek yapınca geri dönüşleri de gerçekten çok besleyici, etkileyici oluyor. Dükkânın ilk açılış gününde ise çalışma masamda oturuyorum. Arkamda bir çöp kovası var, çöpler de birikmiş... Dedim ki “Oğlum bak bu çöp kovasını alıp döktün döktün, dökmezsen hiç zahmet etme bırak harcadığın parayı, git işinin başına otur...” dedim. Biraz tereddüt yaşadım ama dökeceğim dedim ve gittim döktüm...”

Keyif içerisinde hemen ekliyor “İlk gün bir hanımefendi geldi... Elinde aile yadigârı bir sandık... “Benim için çok önemli bir sandık bakımını yapar mısınız?” dedi. Sipariş hiçbir şey yapmayacağıma dair kendi kendime sözüm var, hâlen öyleyimdir ama “Tabii yaparım...” dedim. Fiyatı da bilmiyorum “50 lira yeterli...” dedim... Ben 150 lira masraf ettim:) Hanımefendi öyle bir teşekkür etti ki görmeniz lazım... Sonra gelen geçen herkes mekân açılışı için nasıl tebrik ediyor... Hep böyle tebrikleri, takdirleri kabul ediyoruz... Kendi kendime düşündüm “Senin yapmadığın iş mi kaldı, kazandırmadığın para mı kaldı... Kes faturayı al parayı... Böylesi içten teşekkür eden mi oldu?” diye düşündüm diyor.

Hemen ekliyorum “Aslında bunlar çok insani iletişimler! Hayatın koşturması içerisinde büyük bir kısmımız etkili iletişime dikkat etmiyor olsa da içerisinde sanat, kültür, tarih olan ticaretlerde dahi başka bir samimiyet, içtenlik olduğunu görüyoruz. Candan tebrikler havalarda uçuşurken ruhen, bedenen de ayrıca besleniyoruz. İnsanın gerçekten sevdiği işi yapabilir hale gelmesi, ruhunu besleyerek geçimini de sağlayabilmesi huzur ve mutluluk verici. Hele ki ruhumuzun pasını her koşulda silebilen müzik de işin içine girerse tadından yenmez sanırım:) Müzikle devam edersek ?”

“Burada devamlı canlı müzik yapan Türk Sanat Müziği grubumuz vardı... Grup profesyonellerden oluşmuyor olsa da çaldıkları parçalarla profesyonelleri aratmıyorlardı. Ben enstrümanda dâhil olmak üzere birçok şey yaparken gruptaki arkadaşlar burada çalar, içerisi konuklarımızla dolar taşardı. Müzikten anlayan dostların uğrak noktasıydık artık! Sonra Muhayyer Muhabbetler başladı zaten... Kendi içimizde, yakın dostlar, tanıdıklarla devam ediyorduk. Sevgili Nazmiye iki video çekiyor ve sosyal medyaya yüklüyor... Aman Allah’ım... “Bizde çıkalım” diyen herkes, “Yer var mı?" diyen herkes... En son 50 kişi sığdırdım bu mekâna ama normali en fazla 35 kişi...”

Bazı şarkılar vardır ki zamanın ötesinde bir güzelliğe ve kaliteye sahiptirler... Her dönemde baş tacı ettiğimiz bu şarkılar; üzerinden yıllar geçse de dinlenilmeye devam edilen, yıllar sonra da dinlenileceği bilinen şarkılardır! Bu şarkıları Muhayyer Muhabbetler’de dinleyebilmenin büyüsü ise bambaşkadır!

Oda konserlerini hep sevmişimdir; müzisyenlerin mimikleri, gülüşleri, göz temasları… Her şey, ama her şey çok içten çok samimi! Konser sonunda sanatçıların dakikalar boyunca alkışlandığı anlar yanında müzisyenlerin yüzlerindeki aydınlık, sevgi, neşe, keyif ise ayrıca görülmeye değer oluyor! Ama Muhayyer Muhabbetler başka bir şey... Müzik türleri daha bizden, daha da sıcacık sanki... Eski şarkıları akustik, mikrofonsuz dinleyebilmek ise inanılmaz etkileyici! Müzik ile eskilere doğru bir yolculuğa çıkarken, bu şarkıları sanki ilk kez duyuyormuşçasına etkilendiğimiz bir ortam Muhayyer Muhabbetler! Hele ki hayat koşturması içerisinde insan ilişkilerinden iyice uzaklaştığımız şu dönemlerde, müzik eşliğinde adeta bir ev havasında içten, duygusal, aydınlık ve huzur verici!

Yılların eskitemediği, dinlemekten bıkmadığımız zamanın ötesindeki Türkçe Şarkılarla ilişkili hikâyeler gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor, ruhumun üzerinde biriken tozu temizliyor adeta!

Akustik müziğin dinginlik veren ve ruhu dinlendiren bir tınısı var, sevdiğim şarkıları daha da bir sevdiriyor bana! Sanatçılarımızın nefeslerini, enstrümandaki parmak geçişlerini duyabilmek çok etkileyici... Şarkının vermek istediği hissi artırdıkça arttırıyor! Hüzzamlı aşk şarkılarını akustik dinlerken zamanın ötesine yolculuklara çıkıyorum adeta! Birbirinden değerleri sanatçılarımızla, büyüleyici müzik yolculuklarına çıkmaya ise bayılıyorum! Bu yazımı da Sevgili Gülcan Altan, Grup Gündoğarken’in şarkıları eşliğinde yazdım diyebilirim.

Grup Gündoğarken üyelerinden Sevgili Gökhan Şeşen Muhayyer Muhabbetler ile tanışmasını bir dinleti öncesi şöyle aktarıyor “Ben 2008 yılında taşındım Kuzguncuk’a... Bu maceranın başlaması için iki sene sabretmişim... Zaman zaman önünden geçerdim... İçeride Türk Sanat Müziği yaparlardı... Çok şirin bir yerdi. Fakat bir türlü içeri girmeye cesaret edemez, camdan içeri bakardım... Çok loş bir ışık, içeride vikinge benzeyen bir adam! Günlerden bir gün baktım içerde kimse yok... Kapıyı açtım fakat yanılmışım... İçerisi o kadar loşmuş ki Doğan içerdeymiş görememişim. Baktım "Buyurun hoş geldiniz” diye bir ses beni içeri davet etti. “Buyurun oturun size bir şey ikram edeyim” diyerek devam etti Sevgili Doğan... Uzun uzun sohbet ettik. Sonraları da ara ara uğradım... Üçüncü veya dördüncü uğrayışımda ”Şurada bir dinleti yapsak olmaz mı? Burada çalar mısınız?” dedi. Çalarız dedim... Doğan bana “Ciddi misin?” dedi. Ciddiyim, sen ciddi misin? dedim. “Ciddiyim...” dedi. Sonra bir gece 23:00 gibi uğradım. Doğan’a “Ne zaman çalışıyoruz." dedim ve o gün tarih belirledik... Gruptan arkadaşların haberi dahi yoktu... Sonra arkadaşlara “Kuzguncuk’ta bir yerde çalacağız ama 15-20 kişilik bir yer...” dedim. “Neden olmasın...” dediler... Sonra tarih belirledik ve bizim maceramız başladı! Sadece biz çalmadık bu sahnede, bizim referansımızla değişik sanatçı arkadaşlarımızda sahne aldı... Mekân hakikaten çok güzel, yaşaması gereken bir yer... Biz burada sahne aldığımız zaman gerçekten başka şeyler yaşıyoruz... Bizim başka şeyler yaşamamız eminim size de başka türlü yansıyordur.”

Sevgili Doğan’a “İnanılmaz bir fark yaratmışın... Gerek sahne alan sanatçılarımız, gereksekse dinleyiciler hepsi birbirinden özel... Mesela Gülcan Altan’ı ilk defa dinledim ve bayıldım... Araştırmalarımı yaparken, yazarken vazgeçilmez müziğim oldu... Tabii Grup Gündoğarken olmazsa olmazımız... Demet Tuncer – Murat Kodallı, Sumru Yavrucuk ve sahne alan onlarca konuğun birbirinden özel sanatçılarımızdan oluşuyor! Sahne alırken yaptıkları minicik giriş konuşmaları bile huzur verici, aydınlık ve pozitif enerjiyle yüklü! Evinde organize ettiğin oda konserleri, şiir dinletileri ise ayrı bir büyüleyici... İlahi tarzındaki dinleti gecelerinden biri olan Hilda Lostar ve Camii İmamı’mız Aydın Vatan’ın “Işık Huzmeleri” programına ayrıca bayıldım... İnanılmaz bir ikili ve keyifli bir program olmuş!”

Bazen masallarla süslenen, bazen çocukluk kahramanlarımızla renklenen, bazen de gizemli hazinelerle kucaklaşabileceğimiz bir hayal alemi, eşsiz bir müzik diyarı Muhayyer Muhabbetler!

“Programlarınız inanılmaz fark yaratan türde! Peki Masalcı Dede, Hacivat-Karagöz etkinliği desem? Çocuklar için yaptığınız birbirinden güzel etkinliklere değinsek...” diyorum ve anlıyorum ki Masalcı Dede lakabı etkinliğin bir parçası değilmiş:) Muhayyer Muhabbetleri Kartal’dan anaokulu öğrencileri ve öğretmenleri ziyarete gelmiş... Öğretmen Hanım “Çocuklara bir masal anlatabilir misiniz?” deyince Sevgili Doğan’da masalsı bu ortamda Çam Ağacı ve Peri Kızı Masalı’nı miniklere anlatmış... Paylaşımlara da Masalcı Dede olarak geçmiş kendisi:)

Hemen ekliyorum “Her köşesi bir masal alemi olan bir mekân burası! Senin de birçok paylaşımını masal tadında okuduğum için Masalcı Dede paylaşımını gördüğüm an şaşırmamıştım açıkçası... Dünya tatlısı onca miniğin “Masalcı Dede” demesi çok örtüşmüştü:)”

Sevgili Doğan anlık gelişen böylesi etkinlikler dışında, çocuklar için birçok etkinliği ücretsiz yapmaya devam ediyor! Ramil Balakin ve Zeynep Balakin’in sergilediği Hacivat-Karagöz bunlardan sadece bir tanesi...

“Masal tadında, her köşesi ayrı bir hayal alemi... Her şey çok ince, çok zarif... Eskileri revize ediyor, yenilerini yapıyorsun... Alım- satım yapmıyorsun değil mi?” diyorum...

“Evet sadece ürettiklerimin satışı ve müzik... Hiçbir şeye bağımlılığım yok... Bir bağımlılığım var o da kedi! Ki ben kedileri hiç sevmezdim, hatta nefret ederdim... Şuan baktığım Umut benim altıncı kedim!” İnanamadım ve hemen sordum “Kedi sevmeyen hatta nefret eden birçok tanıdığım var... Ama hiç sevebilecek gibi durmuyorlar... Sen nasıl bu kadar sevebildin kedileri!”

“Şuana kadar on altı gramofon yaptım... Makinası hariç hepsini ben yapardım. Biri dükkânda duruyordu. Bir hanım müşterim bu gramofona aşık olmuş... Fakat satılık mı diye soramıyor da bir tanıdık aracılığıyla “Satar mı acaba?” diye sorduruyor... “Tabii satarım” diyerek bilgi veriyorum... Devamında gramofon yanında birkaç parça şey daha satın alıyor. Gramofon ve diğer eşyaları dekorda görmek üzere kahveye uğradığım anlarda yanımdan bir karartı geçti... “Kedi mi?” dedim... Hanımefendi “Evet kedi...” dedi... Meğer bu hanımefendi de kediden nefret edenden nefret edermiş! Ve bana “ Bir gün seni en az dört kedi ile göreceğim!” dedi.
Aradan bir sene geçti geçmedi bizim evde fareler türedi. Ev ahşap, kediye ihtiyaç var. Bir gün burada oturuyorum komşum Mine geldi... “Doğan karar verdik kızsan da bağırıp çağırsan da ben sana bir kedi getireceğim... ” İki gün önce aklımdan geçirdiğim şey! Mine getirdi kediyi önüme koydu, ilk kedimizle tanıştık ve adını Numan koydum... Mine belki birazdan buradan geçer, bize selam verir...” diyerek ekledi... “Numan biraz büyüdü, evde fare kalmadı. Ben böylece bütün kedileri sevdim! İlk işimde kediden nefret edenden nefret eden müşterime haber verdim:) Ve kediler gerçekten vazgeçilmezim oldu! Dükkânın kedisi de vardı, Kakule! Hatta kendisinin sosyal medya sayfası bile var:) Şimdi ki kedim ise İzmir’den geldi, cins kedi... Irkın başka bir şey olduğunu bu kedi ile anladım... Adı Umut... Gel dediğin zaman geliyor git demene gerek kalmıyor zaten bir süre sonra gidiyor. Bahçeden ayrılmaz... Umut diye sesleniyorum, bakıyorum yanımda... Umut hayatımın vazgeçilmezi gerçekten... Diğerlerini de severdim ama bu başka bir şey...”

Ve bizim sohbetimiz devam ederken kapıdan bir hanım selam verdi... Tabii ki Mine! Sevgili Doğan “Kediyi bana aşılayan Mine şimdi geçer.” demiştim diyerek Mine ile beni tanıştırıyor... Seviyorum böylesi dingin semtlerde yaşamayı! Komşuculuk ve sıcacık ilişkileri!

Eski insanlar, eski eşyalar, eski şarkılar; eski ruhları ve yaşanmışlıkları bu kadar arıyor olmamız geçmiş yıllara merak ve saygının yanında geçmişin günümüzü aydınlatıyor olması değil midir?
Belki de bunun yanıtı gerçekten o gizemli sandıkta saklı...

Yazardan Not1: (*) Hazan: Sinagoglarda dua okuyan güzel sesli din adamları

Yazardan Not2: Bazı fotoğraflar Sevgili Mustafa Doğan Yürük`e aittir.

Yorumlar