Kervansarayların Çığlığı!

Pınar-Kanber

Kültürel mirasımız kervansaraylarımız için “Bir kadın, bir sanatçı olarak ne yapabilirim!” diyerek; Gerçekçi mimari anlayışı modern sanat düzenlemesi içerisinde anlatan... Bugün ve geçmiş arasında görsel bir köprü kuran... Hem tarih, hem sanat sunarak farkındalık yaratan... Renkleriyle kervansarayların sesi olma misyonunu yüklenen... Ressam - Heykeltıraş - Sanat Yönetmeni Pınar Kanber!

Mesleğinin ışıltısı üzerine yansımış olan Sevgili Pınar aşkla, heyecanla, sevgiyle “Kervansaraylarım çok renkliler çünkü yıkık, dökük oldukları için onları renklendiriyorum! Kaderine terk edilmiş, yok olmaya yüz tutmuş kervansaraylar canlı renklerle dile geliyor! Turuncular fısıltıları, kırmızılar ise kervansarayların çığlıkları! Kapılar geleceği, kubbe formları geçmişi anlatırken, kervansaraylar kimliklerini kaybetmeden sisli perdeler arkasında varlıklarını sürdürüyorlar. Soğuk sıcak renkler, açık koyu lekeler geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki farklılıklara göndermeler yaparken, şeritler ise geçmişteki mimari formların günümüze sımsıkı sarılmasına sebep olan bağların simgesidir.”

Harap, bitap durumdaki kervansarayların çığlıklarını, fısıltılarını renkler aracılığıyla duyuran Sevgili Pınar diyor ki “Kervansaraylarımın sesini duyun!"

Yaklaşık 12 yıldır İpek Yolu ve kervansaraylar üzerinden tarihsel-kültürel araştırma içerisine girdiğini belirten Pınar “Kervansaraylarımız kültürel mirasımız olmasının yanında tarihimizde çok önemli bir yer tutmaktadır. Anadolu coğrafi konumu nedeniyle her zaman bir geçit ve köprü görevi görmüştür. Doğu’nun ipek, baharat ve diğer ürünlerinin kervanlarla Batı’ya taşınması, Çin’den Avrupa’ya uzanan ve bugün İpek Yolu olarak adlandırılan ticaret yollarını oluşturmuştur. Bu yollar üzerinde ticareti geliştirmek ve yolların güvenliğini sağlamak amacıyla 30-40 km. aralıklarla kervansaraylar kurulduğunu görüyoruz. Çevreleri yüksek duvarlardan oluşan bu güçlü yapılar, kervanların geceleri güvenli bir şekilde konaklamaları ve çeşitli ihtiyaçlarını buralarda gidermeleri için rahat ortamlar olarak tasarlanmışlardı. İçerisinde barınma, yemek, aşevi, mescit, nalbant, ticari eşyalar için depolar, araba tamirhaneleri, hastane, kütüphane, hamam, ayakkabı tamircisi, eczane... Hayvanlar için yem ve veteriner... Hatta vefat eden bir kervancı olursa defin hizmetleri dahi verilirdi.” diyerek hemen ekliyor “Yaşadığım topraklardan besleniyorum! Uzun süredir de kervansarayları geziyorum... Anadolu topraklarında 250 tane kervansaray olduğu söyleniyor ama maalesef hepsi ayakta değil... Yaklaşık 120 tane kervansaray gezdim ve gezmeye devam ediyorum. Kilometrelerce gidilen yollar ve görülen onlarca kervansaray sonucunda araştırmalar yaptım, yerel halkla konuşarak onların hikayelerini biriktirdim, yöresel yemekler yedim, fotoğraflar çektim, çizimler yaptım... Sonrasında ise bilinçaltımda biriktirdiğim duygu yoğunluğunu tuvalime aktardım. Kısaca kervansaraylar benim için tiryakilik boyutuna geldi! 12 yıldır geçmeyen bir hastalık gibi!”

Sevgili Pınar İpek Yolu ve kervansarayları gezerken çalışmalarının ilk durağı olan Alayhan’a gitmiş... Alayhan’da karşılaştığı manzaranın yüreğini ne kadar acıttığını mimiklerinden, ses tonundan anlamam çok zor olmadı!
“Alayhan 1150 yılında Selçuklu Sultanı I. Mesut tarafından Anadolu’da yapılan ilk kervansaray ve Selçuklu Mimarisi’nin en önemli simgesi olan çift başlı kartal figürünü taşıyor. Fakat İpek Yolu gezeceğim hayaliyle gittiğim, kültürel mirasımız olan kervansarayın ortasından asfalt geçmişti! Kervansaray avaz avaz bağırıyordu! Buram buram tarih kokan bu yapıların yok olmaya mahkum edilmesi, taşlarını kullanmak için yaşanmışlıklarla dolu tarihi eserlerin yıkılması, bir kısmının yerlerinin dahi bilinmemesi beni çok etkiledi. Yüreğimdeki bütün gizler, duygular ve dışavurumlar ile onları resmetmeye başladım. Resmi araç olarak kullanıp, geçmişi vurgulamak ve kervansarayların varlığına farkındalık yaratmak istedim ” diyerek ekliyor “Sanat, benim için mutlu etmenin yanında aynı zamanda gerçeklerle yüzleşme, düşündürme, sorgulama aracıdır. Biz sanatçılar üretim süreçlerinde yüreğine dokunanları, bilinçaltına biriktirdikleri görselleri eserlerine taşırlar... Kervansaraylarımızın insanın içini acıtan bu hallerini görünce misyon edindim... “Ben kervansarayları hayata geçirebilirim! Renklerimle kervansarayların sesi olabilirim!” diyerek projeye başladım. Basından arkadaşlarımın da desteğiyle çalışmalarım kervasaray farkındalık projesine dönüştü ve çok güçlü bir şekilde devam ediyor!”

Sanat aşığı, üretken, etrafına ışık saçan, pozitif enerjileriyle bana enerji veren bu güzel insanların arasında olmak ve aldığım enerjiyi, ilhamı kalemime yansıtabilmek benim vazgeçilmezim! Sanat, tarih, mimari, araştırma, hayaller, yaratıcılık, rengarenk, ışıl ışıl bir dünya deyince hemen akla gelen ve kervansaraylarımızın kahramanı olan Ressam Pınar Kanber’i yazmak için daha ne isteyebilirdim ki! Dünyanın tüm renkleri, güzellikleri bir arada ve şıkır şıkır ... Heyecanla, sabırsızlıkla kalemime sarıldım!

Kervansarayların tarihsel izlerine yolculuklara 2006 yılında başlayan Sevgili Pınar, Alayhan Kervansarayı’nın yıllardır acı çekmiş ve acı çekmeye devam edermiş gibi karşısında avaz avaz bağırdığını görünce; Bir kadın olarak, bir sanatçı olarak renkleriyle kervansarayların sesi olma misyonunu yüklenip, kervansaraylarını 1150 Sergisiyle sanatseverlerle buluşturmuş.

Kültürel miras, tarihi değerlerimiz Sevgili Pınar’ın yüreğine o kadar dokunuyor ki duramıyor, renkleriyle kervansarayların sesi olmaya devam ediyor! Geçtiğimiz aylarda Mukarnas isimli sergisiyle kervansaraylarını sanatseverle yeniden buluşturan Pınar, Selçuklu Mimarisi’nde bir bezeme çeşidi olan, evrensel barışı ve dengeyi sembolize eden Mukarnas ile barış mesajları veriyor! “Selçukluların kapımızdan girenler barışla birlikte girsin ve çıksın diye yaptıkları bu mesaj içerikli detay, tarihi araştırdığımda çok hoşuma gittiğinden sergimin adını Mukarnas koydum. Selçukluların o dönemde kullandığı bu ince detayı bende bugüne aktarıyorum! Yaşadığımız kaotik ortamı düşünürsek; evrensel birlik, denge ve barışa en çok ihtiyacımızın olduğu süreçler! Günümüzle de çok uyuyor ve bizlere mesaj veriyor Mukarnas “Birlik ve barış içirişinde olalım!” ” diyor ve ekliyor Pınar; “Adeta zamana, doğa şartlarına ve özellikle insanlığa karşı bir anıt gibi direnen kervansarayların mimarisi o kadar etkileyiciydi ki her karesi ayrı bir kompozisyon, ayrı bir resim olabiliyor benim için... Ve o kadar birikim oldu ki; hikayeler, anılar, yaşanmışlıklar... Onların hikayelerinden oluşan bir kitap da hazırlıyorum ve önümüzdeki sene Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak çıkarmak istiyorum.”

Ciddi emekler, uğraşlar sonucu çok güzel yollar almış olan Pınar, bu büyüleyici yolculuklar sonucunda “Bir kervansaray için de olsa bakanlıktan restorasyon kararı çıksın, bir kültür evi, bir müze olsun istiyorum! En azından bir tanesi olsun, birini de olsa kurtarabildim diyebileyim!” diyor. Bunu bende nasıl istiyorum inanamazsınız! Hatta bir tanesini aslına uygun yaşatılabilsek keşke! Pınar’ın dediği gibi çevreleri yüksek duvarlardan oluşan bu güçlü yapılar, geceleri güvenli bir şekilde konaklamaların ve çeşitli ihtiyaçların buralarda giderilmesi için rahat ortamlar olarak tasarlanmışlardı. Ruhu olan bu özel yapılar günümüze uyarlandığında, zamanda yolculuklar yapabilmemiz adına nasıl büyüleyici ortamlar olur! Hayali bile heyecan verici!

Ne denebilir ki tek kelimeyle müthiş! Yeniden üreterek kervansarayların seslerini renkler aracılığıyla duyurmak için çabalayan, emek harcayan Pınar “Kervansaraylarımın sesini duyun! Kırmızılar çığlıkları! Turuncular fısıltıları! Şeritler ise geçmişi geleceğe bağlıyor... Bunlar kültürel mirasımızdan bize kalanlar... Kültürel mirasımıza farkındalık sağlayalım!”diyor.

Kervansaraylar ve Mukarnas aracılığıyla barış çağrısı da yapan Sevgili Pınar’a kulak vermemek mümkün mü?!

Kendini kervansarayların dünyasında nasıl buldun dediğim an ise “Sanıyorum çocukken okuduğum kitaplar, izlediğim İpek Yolu belgeselleri, filmleri sonrasında merak saldım; Gezeyim, göreyim, fotoğraf çekeyim, resim ve eskizlerini yapayım istedim! Tabii öncesinde araştırma yapmanız gerekiyor; Kervansaray deyince hikayesi nedir? Hangi yıllar arasında, kim tarafından yapılmış, kimler yaşamış bilmeniz gerekiyor... Tarihi bilmeniz lazım, mimariyi bilmeniz lazım! Anadolu’yu, Selçuklu’yu bilmeniz lazım! Bu detayları ufak ufak araştırmaya başladığınız an tiryakilik de tam bu noktada başlıyor işte!”

Bende yazarken böyle olurum, gezip gördükçe, araştırdıkça derinlere inerim! Tarihi, mimarisi, yaşanmışlıkları, anıları, her şeyi ama her şeyi araştırıp uçtan uca yazmak isterim. Bazen kalemimin hızına yetişemem, uzadıkça uzayan yazımı iki ayrı başlıkta yayınlarım. Bazen ise o kadar sürükleyici olur ki uzunda olsa bölmeye kıyamam tek bir yazı ile yayınlarım...

Sevgili Pınar’a “Yazdığım yazılarda tarihin derinliklerine yolculuklarım olmazsa olmazlarımdır! Söyleşilerinde sen anlattıkça kervansarayların kapıları öyle bir açılıyordu ki o duyguyu, o hazzı yaşayarak resmen önümde açılan kapıdan salına salına girip, tarihin derinliklerinde yolculuklarıma başlıyordum. Hele hele o kurdeleler arasından hafif rüzgar eşliğinde, elbisemin etekleri uçuşa uçuşa, asalet, zarafet ve ihtişamla girmek! Büyüleyici!” diyorum.

Tarihimizi, kültürümüzü , zenginliğimizi birarada görüp tarihte yolculuklar yapmamam imkansızdı zaten! Birçok yazımda kaleme aldığım gibi resmin içine girip tablolarda sultan edasıyla dolanmak beni inanılmaz mutlu eder ve yaratıcılığımı arttırır. Sevgili Pınar’ın resimlerinde ise geçmişi geleceği bağlayan kurdeleler, renkler büyüleyici... Bambaşka bir boyut gerçekten! Hayaller ve yaratıcılık muhteşem! Üzerine onlarca hikaye, öykü yazılabilir!

Sanatın birçok dalında olan... Yaratıcılıkta sınır tanımayan... Sporsuz bir hayat düşünemeyen... Elinin değdiği her şeyi renklendiren... Doğa ile iç içe, inanılmaz renkli, inanılmaz keyifli bir ritim! Mesleğinin ışıltısı üzerine yansımış olan Sevgili Pınar`ın ışığı inanılmaz! Elinin değdiği bitap düşmüş, yıllardır acı çeken kervansaraylar dahi renkleniyor ve Pınar’ın ışığını yansıtıyor!

Tüm çalışmalarına, renkliliğine, güzel enerjisine bakınca “Hayatında renkler ön planda, genelde canlı renklerle çalışıyorsun, tablolarından gözümü alamıyorum.” dediğim an “Evet benim renklerim çok canlıdır, renklere çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum... Renklerimi müzikler bile etkileyebiliyor. Bir gün çok eski, yıkık dökük bir kervansarayı canlandırıyorum, fonda Yasmin Levy, tablo kıpkırmızı çıktı! O günü hiç unutamıyorum...” Müziğin yarattığı etkiler, notaların resme dönüşmesi ve duygular; sonuç etkileyici ve mükemmel!

Sevgili Pınar heyecanla devam ediyor “Bazen martıların seslerini duymuyoruz... Bazen papatyaların açtığını görmüyoruz... Bazen mevsimleri fark etmiyoruz! Kaotik ortamlarda monoton yaşamaya başlıyoruz; Doğanın sesini dinleyeceksin! Güneşin batışını, bulutları, yaprağı, çiçeği, böceği göreceksin! Yaprağın sarardığının farkına varacaksın! Kuş sesini duyacaksın! Saatlerce değil, sadece 3-5 saniye kendini yenilemen toparlaman için yeterli!” diye de ekliyor.

Görmek! Farkında olmak! Yaşamdan daha fazla zevk alabilmek için bakmak yerine görmek gerçekten çok önemli! Pınar’ın da dediği gibi sanatçılar duyarlı oldukları için bu güzellikleri çok net görüp duyabiliyorlar. “Ama sanat dışında herkes görebilsin! Doğanın, yaşamın farkına varsınlar! Bu farkındalıkta sanatla gelişiyor! Resim, müzik, edebiyat hepsi ama hepsi için geçerli!” diyor Sevgili Pınar...

Kesinlikle haklı! Zaman zaman standart giden hayata karşı bende birçok yazımda görmenin önemine değinip, farkında olabilmenin güzelliğinden, bizleri tazelemesinden bahsetmiştim. Özellikle “Yürüdükçe Özgürleşelim...” başlıklı yazımda da belirtiğim gibi; “Sadece başımı kaldırıp uçsuz bucaksız gökyüzüne bakmak, göğün mavisindeki ferahlığı görmek ve mavinin derinliklerinde kaybolmak için yürüyorum!...” “Tenime dokunuşu ve yönüyle bana mevsimlerin geçiş ayrımını net olarak bildiren rüzgârı hissederek, havayı içime çekerek yürüyorum. Etrafımdaki ağaçları, çiçekleri, kuşları… Doğayı bütün hücrelerimle hissederek yürüyorum! Zaman zaman kendimi bir resim tablosu içinde hayal ediyorum… Yada çizgi filmlerde olur ya; Bahar mevsiminde doğa hareketlenmeye başlamıştır, rengarenk cıvıl cıvıl bir ortam… Etrafımda koşuşturan çocuklar, uçuşan kelebekler, kuşlar… Doğa uyanmış, bahar tüm güzelliği ve cıvıltısıyla gelmiştir!”

Gökyüzüne bakmayı, doğanın sesine kulak vermeyi unuttuğumuzda, mevsimlerin geçişlerinin güzelliğini, tazeliğini fark etmediğimizde yeryüzünde hayat gerçekten çekilmez olur!

Birkaç yıl önceydi instagram sayfamda paylaşımlarımı beğenen “pinarkanberartstudio” adlı kullanıcının sayfasına girdiğim an Pınar ile yollarımızın kesişmeye başladığı andı! Sayfada dünyanın tüm renkleri, güzellikleri bir arada ve ışıl ışıldı! Daha ne isteyebilirim diyerek hemen takip etmeye başladım. Her paylaşım birbirinden renkli, buram buram sanat, tarih, kültür kokuyordu! İnanılmaz enerji aldığım bir sayfa oldu.

Sosyal medyada başlayan dostluğumuz, paylaşımlarımızı beğenip minik minik yorumlarla süslenerek devam ederken, bir fotoğrafımın altında Sevgili Pınar’ın şu yorumunu görünce çok mutlu olmuştum; “Tarihte yolculuklar öyle tiryakilik yapmış ki fotoğraflarda o anlarda yaşayan bir karakter gibisiniz Yasemin Hanım, müthiş!” Heyecanla “Sizler gibi değerli sanatçılarımızdan böylesi güzel geri dönüşler beni inanılmaz mutlu ediyor Pınar Hanım... Ben ki eski İstanbul’u yazdığımda asaleti ve zarafetiyle bir sultan edasında tablolarda dolanmaya bayılırım... Sizin bu yorumunuz sonrası artık bu sahneyi de fotoğraflandır malıyım sanırım :)” diyerek “Tarzınıza hayranım... Sanat, yaratıcılık, doğa, spor... İnanılmaz renkli, keyifli bir ritminiz var.” demeyi de unutmadım:)

Gerçekten Pınar’ın renkliliğinden, enerjisinden, gülüşünden, sportifliğinden etkilenmemek mümkün değil... Tarih, sanat aşkı zaten tartışılmaz... Tüm bunların bir bütün olduğuna, birbirlerini beslediğine hep inanmışımdır. Bende kısmen böyleyimdir ama bu kadar güzel gülemem ve bankacıyım zaten:)

Pınar’la tanıştığımız an ilk olarak şunu da belirttim “Kızın çok küçük, koşarken elbiselerinizin uçuştuğu, rengarenk, arkadan çekilmiş bir pozunuz var... Sahil kasabası gibi... Bayılmıştım bayılmış!” dedim... “Gerçekten de sahil kasabasıydı... Hatta tekneden karaya bir hafta hiç ayak basmamıştık... İndiğimiz an anne kız dondurma almaya koşuyorduk... O an çekilmiş o fotoğraf, doğal halimiz:)” dedi... Nasıl şirin nasıl uyumlu bir anne kız!

Sevgili Pınar güzeller güzeli kızı İdilko ile birlikteyken "Kanatlarımız var ruhumuzda; Mutlu olduğumuzda kocaman açılan" diyor. Tüm renkler, güzellikler bir arada ve ışıl ışıl! Yıllar geçse de dünyalar tatlısı anne- kızda hiçbir şey değişmiyor!

Sanat çalışmalarına 1997 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde başlayan Pınar, 2004 yılında Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun olmuş ve 2008 yılında yine Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamlamış.

Ulusal ve uluslararası birçok projede, sergide yer alan Pınar, kendi atölyesinde yetişkinlere, çocuklara sanat eğitimleri de vermiş. Vehbi Koç Vakfı’nda Sanat Yönetmenliği yaparken yüzlerce sosyal sorumluluk projesini hayata geçirmiş. İşitme engelliler ile tiyatro kulübü kurup, genel koordinatörlüğünü yapmış...

Pınar her zamanki enerjisiyle; “Yaklaşık 20 yıldır resim yapıyorum, heykel yapıyorum, sanat yönetmenliği yapıyorum. Kocaeli’nde yerel gazetede köşe yazarlığı, şimdilerde ise Milliyet Sanat Dergisi köşe yazarlığı... Yazıyorum-çiziyorum-boyuyorum. Aslında sanatla ilgili her şey var diyebilirim. Sanat benim için bir tutku, yaşam biçimim, her şey ama her şey diyebilirim!” diyor ve ekliyor “Koç’da çalışırken seminerler veriyordum... Gölçük’de Vehbi Koç Vakfı adına bir kültür merkezi kurdum... Jazz konserleri, Ali Poyrazoğlu ile tiyatro çalışmaları... Sergiler... Spor salonları... Koç Holding arkamda olunca birçok sosyal sorumluluk projesi... İmece usulü o kadar çok insana değmişim ki...” diye devam ederken Sevgili Pınar’ın kurumsal bir geçmişi olduğunu bilmediğimi fark ettim. Sohbetimiz esnasında öğrenince şaşırmadım değil! Kurumsal bir firmada üst düzey yönetici olsa da yine sanat dolu yıllar tabii! Kurumsallığın yaratıcılığı körelttiğini hep düşünmüşümdür ama sanata, kültüre, tarihi miraslarımıza bu kadar değer veren ve ciddi yatırımlar yapan Koç Grubu’na ait bir firma da çalışıyor olmakda inanılmaz bir tecrübe ve güç tabii! Ancak nihayetinde bir kurumsallık söz konusu... Ve Pınar bunu erken fark eden, kendi özgür dünyasına dalan cesaretli kadınlarımızdan aynı zamanda! :)

Enerjisi, renkliliği yanında hızlı ve pratik düşünen bir kadın Pınar! Rengarenk, sanat, kültür, sosyal sorumluluk, onlarca güzel şeyi bir arada dinlerken “Aile de sanatla uğraşan kimse yok diye biliyorum? Paris’ deki hoca ile tesadüfün ve hayatına yön vermesi! Bunu ilk dinlediğimde beni inanılmaz etkilemişti! İnsanın hayatını değiştiren böylesi güzel bir tesadüf!” dediğim an o eşsiz anısını anlatmaya başlıyor Pınar; “Lise sonrası Fransa’ya tatile gitmiştim... Paris’de Rodin Müzesi’ni gezerken oturduğum bir bankta Rodin’in Düşünen Adam Heykeli’ni çiziyordum, yanıma beyaz saçlı-sakallı biri geldi. Çizimimi çok beğendi... Kim olduğumu sordu... Liseyi yeni bitirdiğimi belirtip sohbete devam ederken Paris’de güzel sanatlar okumamı önerdi! Ve geri döndüğümde güzel sanatlar akademisine hazırlanarak eğitim sürecine başladım!”

Sanatsever dostlarla hayatımıza yön veren böylesi güzel tesadüfleri konuşurken, enerjimizde bu kadar güzel olunca çalışmalarının detaylarına dalıyoruz Pınar’la “Sanatın her dalında oldum... Her şey yaptım diyebilirim. Hepsi birbirine bağlı... Mozaik, resim, heykel... Teknik olarak ise üniversite dönemi de dahil olmak üzere birçoğunu denedim... Yeni tekniklere de açığım... Ama son dönemeler de akrilik çalışıyorum... Akrilik benim gibi hızlı... Daha hızlı kuruyor... Daha çabuk beynindeki, kalbindekileri tuvale aktarmanı sağlıyor. 24 saat atölyede olduğum ve büyük tuvallere resim yaptığım düşünülünce akrilik su bazlı daha sağlıklı, kokusu yok...” diyor Sevgili Pınar

“Ressam dostlarla sohbet ederken de akrilik konusuna değindiğimiz çok olmuştu. Birçok sanatçımız çabuk kuruduğu, daha hızlı aksiyon alıp üretken olabildikleri için seçimlerini akrilikten yana kullanıyorlar.” deyip “Heykel mi resim mi?” diye ekliyorum “Şu anda resim, heykel üvey evlat oldu benim için... Kervansarayları gezmesi, araştırması ciddi zaman alıyor. Atölyemde heykel yapmaya müsait değil. Bu nedenlerle resim! Evde resim atölyede resim!” diyor.

Pınar’dan da heykel ile ilgili bu cevabı aldığımda “Heykelin talihsizliği bu bence, hangi ressam, hangi heykeltraş sanatçımızla konuşsam atölyeden kaynaklı nedenlerden heykel yapamıyorlar! Gerçi heykel tutkusu ağır bassa da heykel için atölye kurmak, şartları sağlamak çok kolay değil! Şartlar bu kadar zor olunca hep resme yöneliyorlar... “Heykel bende bir tutku...” diyebilenler şartlarını zorlayıp İstanbul dışında kuracakları atölyelerde anca çalışabiliyorlar. İstanbul içi geniş mekanlar ve maliyet düşünüldüğünde pek mümkün olmuyor malesef değil mi?” diyorum. Ve Pınar’dan gelebilecek en güzel cevabı alıyorum :) “Datça’da tepelerde taş bir ev hayalim! Camlı kış bahçesi olacak ve orada çalışacağım... Heykel ahşap ya da metal yapsan fark etmiyor ciddi ses çıkar... Tersane marangoz gibi...” diyince

“Evet heykel sanatçılarının son dönemlerde sanayilere kaçmasının sebebi bu sanıyorum :) Maslak Atatürk Oto Sanayi Sitesi bir köşede torna, bir köşede resim, diğer bir köşede kaportacı ve heykeltıraşın olduğu bir site! Sanatın, dostluğun, yardımlaşmanın olduğu Maslak Sanayi’de bir sokak! Sabah herkesin birbiriyle selamlaştığı, kimin yeri müsaitse çayın orada demlendiği…Bazı akşamlar ise sokağın ortasında uzun masaların kurulduğu sanat dolu bir sanayi! Her biri kendi atölyesinde kendi dünyasında olsa da sokak sakinlerinin ortak noktası zanaat! Birbirlerine her konuda yardımda bulunup, komşum diye hitap eden, yaşı genç olanlarla ruhu genç olanların buluştuğu bir sokak!” diyorum

Ve ekliyorum “Ama açık söyliyeyim benim hayalimde seninkine benzer, alabildiğine yeşile ve maviye hakim bir tepenin, ilham veren atmosferiyle yazılarımı sakince yazmak istiyorum. Ruhuma, aklıma dinamizm katan İstanbul’un yaşanmışlıklarını, tarihle bezenen sokaklarını, kültür miraslarını, her mevsimin renkliliğiyle değişen hallerinden beslenip, sonra inzivaya çekilip yazmak hayalim :)” diyorum.

Kendi ve ortak galerilerinde küratörlük yanında projeler yapan, aynı zamanda kervansarayların çığlıklarını, fısıltılarını bizlere duyuran Sevgili Pınar son dönemde kendine ait olan Part Gallery ile çalışmalarına devam etmektedir.

Sanatçının tarafında olan ve onlara destek vermek için çalışan bir galerici Pınar!
Böyle olunca galerici kimliğiyle ilgili akla gelen ilk soruyu soruyorum “Sanatçı kimliğini de göz önüne aldığımızda, sanatçılarla aynı dili konuşup, emeği, uğraşı daha iyi anlayabiliyorsun, sadece ticari yaklaşmaya ruhun, yüreğin el vermiyordur?” dediğim an “Kesinlikle sanatçıların çektiği sıkıntıları, uğraşıları biliyorum, sadece ticari yaklaşmak mümkün değil... Sanatçılar sergi açmak için portföylerini getirdikleri zaman onun heyecanını, onun hissettiklerini, o eserin tamamlanma süreci boyunca verdikleri emekleri biliyorum... Bunları bildiğim için de o değeri gösteriyorum.” diyor.

Bir galerici olarak toplumu sanata çekmeyi misyon edinen Pınar “Toplumdan sanatçılara, gençlere öncelik veriyoruz... Yeni mezun veya akademisyen olup isim yapmamış sanatçılarla çalışıyoruz. Onlara yurtdışı platformlarda sergiler açmaya çalışıyoruz... Ve otellerde galeriler açıyoruz... Dedeman otellerin yanında, Hilton otelleri ile yaygınlaşıyoruz... Topluma inerek, her zaman ulaşılabilir olup yaşam alanlarında galeriler açmaya devam edeceğiz!”

Aydın, üretken bu güzel insanların çabaları er yada geç büyük bir çoğunluğu ortak payda da birleştircek! Sanatın ulaşılabilir olması için böylesi güzel girişimleri, yaklaşımları çok doğru buluyor ve canı gönülden destekliyorum! Ve hemen ekliyorum “Gerek müzik gerekse resimde.... Aslında tüm sanat dallarında genç yetenekler ışıltıları, renkleri, enerjileriyle beni ayrı bir besler... Sizler de ağırlıkta genç ressamlarla çalışıyorsunuz...” dediğim an “ Evet genç sanatçılarımızı desteklemek ve geleceğe taşımak zorundayız. İnanın bu gençlerin eserlerinin değeri 3-5 yıl sonra katlanarak artacak. Genç sanatçılarımızla beraber çalışmaya devam edeceğiz. Resim ve kültür hiçbir zaman durmaz... Sürekli proje sürekli renk...”

Gençlerle ortak projeler, tarih, sanat, kültür, müzik ile dopdolu cıvıl cıvıl renkli bir hayatı, söyleşilerim sırasında örnek vermesem olmazdı tabii! Resim bölümünde okuyan öğrencilerimize, genç yetenek ressamlarımıza, galeri sahiplerine... Özellikle resim bölümü öğrencilerine model almaları gerektiğini vurgulayarak, galeri sahiplerine ise hareketliliği, görünür olmasıyla ilgili durumları örnek verirdim. Sevgili Pınar’da belirtiyor zaten “Galerinin açılması yeni bir soluk getirdi hayatıma... Sanatçı olarak da, galeri olarak da görünür olma ihtiyacımız var.” Ve bence bunu çok güzel başarıyor Pınar!

Sürekli proje, sürekli renk diyen Sevgili Pınar’a hemen soruyorum “Yıllar sonra ellerin titrerken dahi resim yapacağını gözümün önünde canlandırabiliyorum!” “ Kesinlikle 80-90 yaşına geldiğimde, torunlarım etrafımda olsun, atölyemde ellerim titrerkende resim yapayım, o kokuların içinde olayım diye bir hayalim var... Tek hayalim!”

Sevgili Pınar bu güzel enerjinle umut ediyorum ki torunların etrafında yılların getirdiği çizgilerinle, dünyanın tüm renklerini içeren, buram buram tarih kokusu aldığımız resimlerinden yapıyor olacaksın!

Ben nasıl ki yazarak bu gülüşten, renklilikten bu kadar etkilendim... Sevgili Pınar’ın gülüşü, renkliliği bir sanatçımıza da ilham olmuş! Ressam Zafer Karakuş`da Pınar’ı tanımıyormuş, sosyal medya’dan tanımış ve buradan esinlenerek Pınar’ın portresini yapmış! Zafer Bey’in eseri tüm bu güzelliklerin ve düşüncelerimin kanıtıydı sanki!

Hep rengarenk hep kahkahalar içinde ol Pınar’cım, ol ki bizlerde senin renkliliğinden, gülüşünden beslenmeye devam edelim :)

Yorumlar