Mehmet Yorulmaz

50. Yıla -Girerken

‘Yıl 1968… Otobüs parası bulup gelmişim... İstanbul’a ayak basmışım, heyecanlıyım! Açlığımı, üşüdüğümü görmüyorum ki! Anadolu’dan İstanbul’a gelen bir adamım ben! Hayal ettiğim şehirdeyim artık! İnancım kuvvetli resim sanatını öğrenmeye geldim!’

Resimlerinde de bu mücadeleci tavrını görmeye devam ettiğimiz Sevgili Mehmet Yorulmaz ‘İnsan için çalışıyorum, üretiyorum! Üretmeliyim! Bu benim vazifem! Bir şeyleri savunan, bir şeyleri kırmaya çalışan resimler yapıyorum! İddialar peşindeyim ve iddialarımın sağlamlığını kanıtlamalıyım! Değişmek, dönüşmek, gelişmek zorundayım… Ben pes etmem ölürüm de pes etmem…’ diyor

İşte böylesi inançlı, tutkulu bir genç yüzyıllar boyu medeniyetlerin göz bebeği olmuş, üzerine büyük sanat eserleri icara edilmiş... Mitolojiden itibaren masalları, hikayeleri, efsaneleri, şarkıları eksik olmayan bu muhteşem şehri zapt etmeye gelmiş ve zorlu hayat hikayesine rağmen Beyoğlu’nda başarılarla dolu 50 yıl geçirmiş!

Mehmet Yorulmaz bu 50 yılın her anı üretken olabilen, çok yönlü babacan bir Anadolu insanı! Yeni tarzlara yönelen, keşfeden, sınırlarını aşan sanatçı ‘Hayallerimin temelini zorlu koşullarda attım. İnancım olmasaydı başaramazdım! O zorlu günlerin benim için halen ayrı bir büyüsü var... Cennet-i ala’daydım adeta!’ diyor.

Sohbetimiz heyecanla, hayranlıkla devam ederken bir yandan da kendime ve günümüz gençliğine dersler çıkarıp "Yaşadıklarınızın etkilerini resimlerinizde tüm çıplaklığıyla görebiliyorum! Bu kadar net hedeflere sahip olup, onca yokluğa rağmen her daim üretken olabilmek! Bu nasıl bir istek, nasıl bir tutkudur!"
"Yaşam biçimimde mücadele var... Resimlerim de mücadeleci... Öz Azdır serisi hep yaşadıklarım! Benim yapımdan gelir… Hayranlığımdan gelir… Yarım kalan isteklerimden gelir… Hayat bir şekilde tamamlıyor, tamir ediyor... Hayatımda yarım kalanların acısını resimden çıkardım! Bugünü gördüm! Bugüne o zorlu koşullar getirdi beni!" diyen Mehmet Bey ile Sevgili Adil Menemencioğlu’nun müzayedesinde tanışmış, başka bir gün kahve sohbetinde görüşmek üzere sözleşmiştik. Ben bu arada Mehmet Bey’in facebook sayfasındaki resim serilerini incelemeye başlamıştım bile! Sosyal medyayı, teknolojiyi bu kadar aktif ve son derece düzenli kullanmasına ise bayılmıştım!

Söyleşimizi hemen yapamamış olsak da odağında insan olan, felsefesi kuvvetli, etkileyici yüzlerce resimde tüm bu yaşam mücadelesinin gizli seslerini duyup, şifrelerini görebiliyor, gizli müziğine kulak kabartıyor, anatomilerdeki gücü-kuvveti derinden hissedebiliyordum! Facebook sayfasındaki bu uçsuz bucaksız bilgiler ışığında yazımın taslağını hazırlamıştım bile! Sadece karşılıklı görüşmek o güzel enerjiyi, mücadeleyi birebir kendi cümlelerinden duymak üzere Galeri Osmanlı’dan Günümüze’ye uğrayıp Mehmet Bey’i çalışma ortamında ziyaret ettim. Resimlerini hayranlıkla incelerken tatlı sohbetimize başlamıştık bile!

Mehmet Bey ile tanıştığımız ilk günden beri kendisini çok babacan bulmuşumdur. Sohbetimiz esnasında ise babacanlığının yanında Anadolu insanının sıcaklığını, misafirperverliğini de hissedebiliyordum! Gerek mücadelelerle dolu hayat hikayesi, gerek derin bilgisiyle devam eden sohbetimizin her anı inanılmaz verimli ve keyifliydi! Adeta ders niteliğindeki bu söyleşimizde Mehmet Bey hoca gibi her detayı keyifle anlatıyordu!

"Sanatı Beyoğlu’nda kavradım, uzun yıllarım Asmalımescit’de geçti... Benim için adeta bir üniversite! Çok şeyler öğrendim, çok şeyler aldım, çok şeyler vereceğime inandım, inanıyorum." diyerek sözlerine devam eden Mehmet Bey "Sanatçının kendi mekanı kaldıramıyorsa sanatın zengin olduğu mahalleye doğru yolculuk yapmalı ki öğrenebilsin! Ben Beyoğlu’nda olduğum için çok şanslıydım, çok keyifli zamanlar geçirdim! Gerek Türkiye gerekse çevrem oldukça telaşlıydı ama benim lüks bir hayatım yoktu, bulduğum ekmekle yetiniyordum, mutluydum! Zor şartlara hiçbir zaman takılmadım, olumsuzluklar motivasyonumu düşürmedi! Resimden memnunum, mutluyum, zenginim..." dediği an "İlk günkü gibi heyecanla, tutkuyla, aşkla resim yapabildiğiniz için bu kadar üretkensiniz! Gençlerinde yeni tarzlara yönelen, keşfeden, sınırlarını aşan sanatçılar olarak yetişmesini çok önemsiyorsunuz! Aşkla, tutkuyla resim yapabilmeleri için tecrübelerinizi paylaşarak faydalanmalarını sağlayıp devamlı katkıda bulunuyorsunuz" diyorum.

"Dediğiniz doğru! Halen aynı duygu, istek ve azim içerisindeyim... Büyülü bu şehre gelerek birinci hedefimi tutturmuştum... Yatacak yerim var... Adım adım tüm istediğimi yaptım... Mutlu bir insanım! Çığırından çıkmış bir adam değilim… İskenderun’dan nasıl geldiysem aynıyım... Resmim değişti gelişti ama kişiliğim aynı! Resimden çıktından sonra ben Mehmet Yorulmaz’ım... Resmin havasından devam etmem... Anadolu insanıyım, bu kültürü almışım bozulmam mümkün değil! Beyoğlu’nda barların arasında büyüdüm ama gitmedim, görmedim ki! Gözüm görmedi! Odak noktam bambaşkaydı! Gençlerinde bu verimli çağlarını en iyi şekilde değerlendirmelerini çok önemsiyorum… Ekleyerek, geliştirerek yol almaları gerekir." diyor

İnsanı her zaman şaşırtan ve hep keşfedilecek bir tarafı olan, ruhumuza-aklımıza dinamizim katan, aradığımız her duyguyu barındıran… Kendine özgü, insanı içine çeken ve bir daha bırakmayan ruhu, dokusu bir şeyler üretmek isteyen herkes için bulunmaz bir nimet olan İstanbul! İşte tüm bu eşsiz değerler karşısında ilham İstanbul’da diyerek şehre gelen inançlı, tutkulu genç adam ve Beyoğlu’nda 50. yıla girerken babacan tavırlarıyla tam bir Anadolu insanı olan Mehmet Bey ile tanışmak, derin sohbetlere dalmaktan inanılmaz mutluyum!

Emek, derinlik, huzur, sıcaklık, doğallık gibi muhteşem özellikleri bünyesinde barındıran… Tek somun ekmeğini paylaşacak kadar tok, bugün çok yedim utanıyorum diyecek kadar hassas… Her şeyin sanat olduğunu kabul eden, seçtiği konular üzerinde derinlere inmeyi seven ve resim sanatını tüm yönleriyle sanatseverlere sunan Mehmet Bey sanattaki doğallığı, halka sunuşu, tam bir Anadolu insanı oluşuyla gönüllerde taht kurmayı başarmış bir sanatçı!

Resim yapmaya 1960 yılında İskenderun’da başlamış olan Mehmet Bey, araştırmacı kişiliğinin de etkisiyle 1973 yılında Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümünden mezun olmuş, gazeteciliğe başlamadan resme yönelmiştir. Yazı dili ve resim sanatını bir arada sunduğu değerli resimleri beni büyülemiş olsa da Türk Halk Manzarası, soyut, minimalist soyut, landscape, empresyonizm, ekspresyonizm, figüratif, yorum, natürmort gibi birçok resim türünde çok önemli eserler vermiştir.

Işıl Işıl gözleriyle "Çok yönlüyüm ben, resimde çok yönlülüğü sevdim. Bir tarzda durmak tahammül etmek bana göre değil! Enerjim, isteğim fazla! Yeni tarzlara yönelmek, keşfetmek onların üstüne çıkmak bende bir tutku!" diyerek kendisi de ifade ediyor zaten!

Mehmet Bey’in tüm resimleri birbirinden etkileyici olsa da Sanat OKU`maktır ve Öz Azdır serisi beni adeta büyülemişti! İnsanı aydınlatan anahtar kelimelerle bütüne gidebildiğim, kitap gibi okuduğum onlarca resim! Her biri tamamen bize ait olan, bizim kültür ve ruh dünyamızı yansıtan tek kelimelik kitaplar!

Sevgili Mehmet Bey Sanat Oku’maktır serisi için "Sanatçılar, uzmanlar, bilim adamları sanatı uzun uzun tarif etmişlerdir. Ben Sanat Oku’maktır diyorum! Önce oku sen adam ol, yaptığın her şey sanattır. Yemek, içmek, yürümek, konuşmak... Her şeyi ama her şeyi sanata dönüştürebilirsin... İllaki resim yapmak şart değil, insan okuyarak her şeyi sanata dönüştürebilir! Sanat Oku’maktır!" diyor...

Öz Azdır serisi için ise "Yaşadım, gördüm, biriktirdim... Birde donanımım var... Resimle anlatamadığım bilgi donanımın getirdiği tecrübe sanatı yazıya yansıdı! Onu da yazı diliyle anlatmaya çalıştım. Biriktirdiğim bilgiyi resim diliyle anlatmaya mecbur değilim... Herhangi bir zorunluluğum yok, başka bir dilde kullanabilirim." diyor

Beni inanılmaz etkilemiş olan Sanat Oku’maktır – Öz Azdır serilerini Galeri Osmanlı’dan Günümüze’de gördüğüm an gözümü alamadığımı ifade etmeliyim! "Tüm hayranlığım ile işte ressamlık böyle bir şey! Yaşam mücadelesini, hayranlıkları yazı dili ve resim sanatıyla dile getirir, insanları aydınlatır! " diyerek hemen ekledim "Böylesi derya deniz bilgileri, yaşanmışlıkları resim yanında kitap ile sunmayı düşünmediniz mi? "

"Bu soru hep sorulur"Niçin yazı yazmıyorsun, kitap yazmıyorsun..." Öz Azdır serim kitaptır... Bir cümle bir kitaptır diye savunuyorum." diyor. Gerçekten de doğru! Tek kelimeyle adeta koca koca kitapları anında okuyorsunuz!

Bizim kültürümüzü, tarihimizi, toprağımızı, insanımızı anlatan Türk Halk Manzarası serisi Mehmet Bey’in birçok başyapıtını içerir!
Türk Halkı 1900-1925 yılları arasında naif halk ressamlarına suyu, çağlayanı, yeşili bol, mor dağlı rüyasal sahnelerle adeta cennetin tarifini vermişler. Naif halk ressamları da kendine has renk tonlarıyla halkın istediği renk tonlarını bir araya getirerek özgün renkler, atmosfer ve resim tarzı oluşturmuşlar!

Mehmet Bey "Naif ustaların manifestosunun şu olduğuna inandım" diyerek devam ediyor. "Türk Halkı’nın cenneti tarif eden düşünceleri vardı. "Evladım bana yeşili, suyu bol olan mor dağlı resimler yaparsan ben evime asarım" derlerdi. Naif halk ressamları da halkın isteklerine ayak uydurabilmek için naif halleriyle yeşili, suyu, moru bol olan cenneti andıran resimler yapıyorlardı."

Mehmet Bey’in Türk Halk Manzarası’na konsantre olması 1980 yıllarını buluyor. "1980’lere kadar klasik resmi ve dünya halk manzaralarını öğrenmiştim. Fakat 1980’den itibaren Türk’ünde Halk Manzarası, halk resmi olduğu dikkatimi çekti... Bu anlayışın özgün bir tarz olacağını fark ettim ve kompozisyon örneklerini toplamaya başladım. Daha sonra onu bir üst kademeye çekerek üslup birliği oluşturdum. 1985’te bunun da bir tarz olduğuna ve felsefesine inandım, derinleştirdim... 1990’dan itibaren de klasikleştirip yerel dilden evrensel dile çevirmeye çalıştım." diyen Mehmet Bey "1890’lara indim... 1925’lere çıktım... 1960 yıllarından itibaren naif halk sanatçılarını tanıdım. 1965’de ilk yapıcısı Yakup Banko ile İskenderun’da karşılaştım. Tarzı özgündü... Şehir, şehir gezerek resim yapardı... 1964 yılında İskenderun`da çalışma yerini ziyaret ederek bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. Anladım ki Anadolu’yu dolaşarak halk manzaralarını yayıyorlar! 1967 yılında İstanbul Aksaray’da rastladığım diğer sanatçımız Erzincanlı Cemal’de bu felsefeyi benimsemişti. 1968` de aynı sokaktaydık kendisini yakinen tanıdım... Tarzı özgündü… Naif bir halk sanatçısıydı!

Ben ise Türk Halk Manzarası’nın ne olduğunu, yeşilini, mavisini, morunu, suyunu, cennete yakınlığını kendi yorumumla dünyaya göstermek istiyorum! Ve dünya halk manzaralarına rakip olacak Türk Halk Manzarası’nı yaptığıma inanıyorum! Fakat sanatın anlaşılması zaman alıyor." diye de ekliyor Sevgili Mehmet Bey!

Her detayda Türk Halkı’nın bir günlük çalışmasını izlediğimiz ve başyapıtları arasında yer alan resmi 1990’lı yıllara rastlar! Tarlada çalışan insanlar, değirmen, uzaklarda köyler, su içen-çalışan işçiler, su kenarında çamaşır yıkayan kadınlar, dam üstünde çil kurutanlar, uzaktan gelen çoban, daha uzakta dinlenen kişiler, yatırlar, kelebekler, papatyalar... Gerçekten inanılmaz detaylar!

Türk Halk Manzarası yaklaşımıyla yeni bir bakış kazandıran Mehmet Bey Türk Halkı’nın Anadolu’daki günlük yaşamını birebir anlatan bu eser için "O kadar kapsamlı bir resim ki! Sadece araştırma sonucu elde edilen bilgiden değildir, bunları birebir bende yaşadım... Yaşayarak bu kadar detaya hakim oldum! Bu nedenle Türk Halk Manzarası vardır diyorum! Bu bizim dünyaya verebileceğimiz resim türlerinden biridir! Manifestosu bize ait olan, tarzı özgün olan, tarzının manifestosu halkın olan bir resim türüdür! Severek yaptım mutluyum... Mutlu da yaptım... Ülkem de sevdi!" diyen Mehmet Bey’e katılmamak mümkün mü?

Ucu bucağı olmayan, heyecan dolu öyle bir sohbet içerisindeyim ki sabırsızlıkla her seri hakkında kendisinden bilgi almak istiyorum ve bazı anılarını Mehmet Bey`e hatırlatmaya devam ediyorum! "Doğanın tüm zorlayıcı koşullarında çalışmış ve Empresyonizm’de de eşsiz eserler ortaya çıkarmışsınız! Empresyonizm sürat işi! Fırtınaymış, güneşmiş... Dinlemeyeceksin! Düşecekmiş, düşmeyecekmiş... Düşünmeyeceksin! Tuvalin soğuk, fırtına, güneş dinlemez! Sen dinleyeceksin, güçlü olacaksın! Mücadeleci ruhlu olacaksın! " diyorsunuz dediğim an "Empresyonizm’de anı izlemenin ve o anı tuvale aktarmanın süresi 10-15 dk. dır. O dakikaları kaçırdığınız zaman güneş ışığı resmi değiştirir. Empresyonizm’de hızlı olmanın yanında hem resim olarak hem beden olarak çok sağlam, güçlü olmalısınız... Doğaya, ışığa, boyaya karşı sağlam bir duruş gerekir! Doğayla başa çıkabilmelisin!" deyip başyapıtları arasında yer alan resmini göstererek ekliyor Mehmet Bey "Malatya’da doğduğum köy! Sabah 5’te kalktığımda karşı tarafın mosmor olduğunu ve ön taraflardan ışık aldığını gördüm. Bayıldım kompozisyona… O dönemler inşaat tahtalarından yaptırdığım ağır şövaleyi çocuklarla neşe ve keyif içerisinde taşıyıp tuvalimin başına oturduğum an doğanın tüm zorlu koşullarına dayanırdım. Bazı anlarda Allah’ım ya titremeyi durdur ya şu manzarayı durdur dediğim çok olmuştur. Ama dayandım, fırçamın gücüne inandım ve aşkla hepsini aştım, sonuçlarını ise çok sevdim!
Bu çalışmamla olağanüstü bir örnek verdiğime inanıyorum, başyapıtlarımdandır! Sergilerde de ressamların çok dikkatini çeken resmime yeniden baktım ritim, müzikalite, resim atağı, fırça atağı, kompozisyon ve orjinallik oldukça yüksekti! Ve kıyamadım resmi kendi özel koleksiyonuma koydum." diyen Yorulmaz’dan karlı bir günde Ayasofya’nın tuvale yansıdığı o meşhur resmin anları da dinledim. "Empresyonizm rüzgar, yağmur, kar affetmez! O soğukta titreme gelmedi mi? Geldi! Normal deyip devam ettim... Titrediğimi fark etmedi kimse çünkü resmi benim ruhum yapıyordu! Empresyonizm’e bayıldım de çok iyi resimler verdim. Belki de dünyanın en iyi örneklerini verdim, çok büyük isim yapabilirdim fakat formülü çıkarılmıştı... Ben yapılmayana doğru, riske doğru, kendime doğru yürüdüm!"

"Soyut resmi de çok sevdim, çok da güzel eserler verdim ama dediğim gibi bizim hikayelerimizin içinden gelen, bizden olan resimler beni daha çok ilgilendirdi. 1910’larda manifestosu elde edilmiş resim türünde resim yapmak tekrar etmek olacağından tekrarlamak istemedim ama sevdiğim için çok da fazla yaptım! Güzel örnekler vermiş olsam da halen bu resim türünün bizden olduğuna inanmışlığım yoktur. Olsa olsa yapılmış olanın versiyonu olur sadece! Soyutu bütün yönleriyle kullanıp 1986 yılından itibaren rengi en aza indirerek anlatmak istedim. Az renkle soyut yapmayı çok seviyorum!"

Ailesini koruyup, kollayan, saygı gösteren, kapitalizme ve militarizme karşı gelen bir aile reisi! Anadolu insanı Aslan Emmim! Mehmet Bey’in emmisinden ilham aldığı 1970 yılına ait bir seri!
"Aslan Emmim serisi geniş kitlelerin başyapıtıdır! 1970’lerde dönemin sosyal ve kültürel etkinlikleri, kapitalizm düşünce tarzının toplumlara yayılışına, kitlelerin hareket ve cevap verme anlayışına uygun tarzda üretilmiş bir seridir. Ancak dönemin sanat anlayışı bu seriyi pek uygun görmemiş, teşvik edip sergilememiştir. Sivil halk bu tür resimler bize uygun değil derken, firmalar yazılı olarak bizim tarzımız değil diyerek geri dönüyorlardı. Ben de öğrenciydim bu seriye devam edemedim... O dönem için kapatılarak bir başka zaman aktarılan serimdir. Eninde sonunda başyapıt olacak etkileyici bir seridir!"

Bu dünyada canlılar birbirini yer, arda kalan antik eserlerdir görüşünü canlandıran Sembolizm serisi’nden… "Bir ifademi, bir isyanımı, bir dur dememi kendi renklerim, kendi duygularım ile az sayıda figür kullanarak böyle anlatmak istedim." dediği figüratif yorumlarına…

Sanatseverlerin kendisi yorumlayabilsin diye hak tanıdığı, soyut ve figüratif yapısı sağlam duran Unutmayalım Ki Dünyada Bizden Başka Canlılarda Var serisinden… Muhteşem bir seri olan Görmek Tad Almak serisi ve yarışma süreçlerine… Tatsız- keyifsiz yarışma süreçleri sonrası devreye giren Yöneticiler Hakkımı Yediniz Sapını Yiyin serisine kadar…

Çocukluk anılarında ki olağan üstü doğayı bir taşın üstüne çıkarak anlatmak istediği kurgusundan… Bir akşamüstü tarlada uzanarak gökyüzündeki muhteşem hareketliliği gördüğü günleri, doğduğu yerleri, rüyalarını, yaşadıklarını hatırlayıp heyecanla yaptığı kurgusuna… Köroğlu’nun dağa çıkışı kadar birçok komposizyonu içeren, hikayeyi bizlere tam olarak anlatan landscape türlerine… Portre’ler, naturmort eserlerden, kalmış eserlere kadar…(*)

Gurur ve sevgi dolu sözcükleriyle "Çok şükür memnunun… Beyoğlu’nda 50. yıla girerken henüz yayınlamadığım son serimle programı bitirdiğimi düşünüyorum. İyi bir zaman geçirdim, eğlendim… Durmayacağım, devam edeceğim... Bunca hayat tecrübesi ve bilgiyi biriktirmişim boşa harcamam mümkün değil, üretmeye devam edeceğim!" diyor.

Gülen yüzüyle "Eşim "Birinci eşi resim ikinci eşi benim..." der" diyerek sevgiyle Sakine Hanım’ında katkısının, desteğinin ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar vurguluyordu Mehmet Bey... Ben ise "Eşinizin bu inanılmaz desteğinin huzur, mutluluk ve dengelerin korunması adına çok önemli olduğunu, bu destek sayesinde de çok güzel yollar alınabildiğini" düşündüğümü dile getirirken Mehmet Bey`in aynı zaman dede olduğunu öğrendim:) Bu güzel, vefakarlıklarla dolu evlilikten bir kızı ve birde şirin mi şirin kız torunu var.

Ve ekliyor Mehmet Bey "Bugün de çok mutluyum biliyor musun? Çok özel bir gün! Serimi bitirdiğim bugün 50. yılımı bir çayla kutladım ve sizinle sohbet ediyorum, mutluyum! Ne güzel sevdiğim iki kişiyle kutluyorum, binlerce kişiye gerek yok. " derken hemen araya giriyorum; "Böylesi özel bir güne denk gelmemiz ne kadar güzel... İnanılmaz şanslıyız... Öz azdır! diyorsunuz" diyorum:)
"Çok sade kişiliğim var... Kelimelerim azdır. Bugün bakmayın sizinle sohbet ederken bayağı konuştum. Normalde çok az konuşurum... Öz azdır... " diyor

Her söz her resim çok değerli, çok anlamlı olsa da bazı sözler vardı ki hayatımın vazgeçilmezleri arasındaydı ve birebir içimde hissettiğim bu sözler beni ayrıca büyülüyordu;
Sanat Oku’maktır serisinden "Renk renk olun, bir olun bütün olun!" Gerek içsel gerekse dışsal alanlarımda, tüm renklerimi keşfedebilmeyi ve tüm renklerime açılabilmeyi çok önemsiyorum. Peki kolay mı her rengimize açılabilmek, kendimizi-birbirimizi kabul edebilmek… Her zaman değil! Çoğu zaman evet her rengimize açılabilsek de bazen olmuyor, olamıyor! İşte böylesi dönemlerde ışığın ve tüm renklerin kullanıldığı çalışmaları, eserleri gördükçe enerji doluyor eşsiz dostluklar kazanıyorum! Tek bir renk değiliz, rengarengiz ve bir bütünün parçalarıyız!

Öz Azdır serisinden "Görmeyi öğrenin... Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu fark edeceksiniz!" Hayatımızın birçok alanında bunu fark etmememiz imkansız değil mi? Ama ben özellikle belirtmeliyim ki son dönemler Yasemin’le İstanbul gezilerim, çalışmalarım, sohbetlerim, tesadüf eden güzel dostluklarım ve yazılarımda bunu ayrı bir hissetmeye hatta yaşamaya başladım! Finans sektöründeki işimin yanı sıra ruhumu, kalemimi besleyen güzel anılar biriktirerek, zincir halkalarımın inanılmaz bir hızla genişlediğini görebilmek büyüleyici! Bu zincir halkalarının tamamlanması mümkün değil ama uzadıkça uzuyor ve birbiriyle bağlantıları beni bile şaşırtıyor! İş yoğunluğumda göz önüne alındığında kitabımın kurgusu kendiliğinden ortaya çıkıyor! :)

Yine Öz Azdır serisinden "Çirkinlik seyredenin gelişmemiş yönüdür, biraz olgunlaşırsa güzel görür!" Bu sözlere katılmamak mümkün mü? Çirkinlik yok, bu dünya çok güzel! Asıl olan her şeyi güzel görebilmek değil midir? Mehmet Bey’in dediği gibi "Her şey güzel… Noksan tarafını geliştir ki bakasın, güzel göresin..."

Mehmet Bey’in her anısı, her resmi, her cümlesi ayrı bir yazı hatta kitap konusu diyebilirim! Bu derin sohbetimiz sırasında gerçek hayat hikayesinden yola çıkıp, doğum gününü ilan ettiği resmine değinmesem olmazdı!
"Her insan bir hikaye... Benim ki de bir hikaye" diyerek söze başlıyor Mehmet Bey! "Doğum tarihim net değil... Annem yaz ayında tarlada doğurmuş... Hüviyetim de benim değil. Benden evvel ölen çocuğun hüviyeti... İsimde benim değil... Burcumu da bilmiyorum… Bu kadar bilinmezlik içerisinde Öz Azdır serimin bitimi ve çok mutluyum! Sonra bu tarihi doğum günüm ilan ettim. Herkes burcunu söylüyor benimde söylemem lazım, birde burç buldum kendime... 17.06. 2006 tarihinde 11:30 da doğmuşum… Kızım bu tarih de doğum günümü kutlar. Burcum arslan... Burcumu bilmiyorum ki arslanı sevdim, arslan olsun en iyisi dedim…"

"Ben hayata teşekkür ederim... Dostlarıma teşekkür ederim... Allah’a teşekkür ederim..." diye cümlelerini tamamlayan Mehmet Bey "İnanılması güç bir irade kullandım… Nasıl kullandım? Nasıl dayandım? Nasıl inancımı kaybetmedim? diye düşünmüyor değilim. Çok şükür el emeğimle devam ettim, zor durumlara düşmedim! Güzel zaman geçirdim, güzel hikayeler yaşadım! Yaşadığım her hikayenin sonucu olarak birbirinden güzel, birbirinden değerli eserler sundum. Bunları yapmak bir hikaye, bir zaman... Bu zaman nasıl geçti? Bunları yaparken zorluk, engel görmedim mi? gördüm! Önüme set, hisar, kale ördüler, sıçramasını öğrendim! Başaranları oku!"

Türk Halkı’nın gönlünde taht kurarak en onurlu ödülleri alan Sevgili Mehmet Bey tüm yokluklara, olumsuzluklara karşın bu muhteşem şehrin göbeğinde yürüyüp, adım adım hedeflerini tutturan yüce gönüllü bir Anadolu insanı! Mehmet Bey’in yaşam deneyimleriyle bezenen tatlı sohbetine doyamadım, kendisinden öğreneceğimiz daha çok şeyler var!

Sevgili Mehmet Bey ne mutlu size ki iyisiyle, kötüsüyle yaşanmışlıklarınızı sanatla ölümsüzleştirebiliyor ve bizlerle paylaşıyorsunuz! Başyapıt niteliğindeki son serisinizi heyecanla, merakla beklerken Londra anılarınızı ise daha sonraya bırakıyorum…

Yazardan Not1: (*) Kalmış eserler dediğimizde ilk olarak sizlerin aklına ne geldi acaba? Ben bitirilmeyen resmin de etkisinin olduğunu kanıtlayan eserlerin aklımıza gelmesi gerektiğini öğrendim! Ana konusu ve düzenlemesi sağlam ise resmin disiplinle çıktığını ve bitirilmesine gerek olmadığını gördüm.

Yorumlar