İstanbul’da Gizli Bir Anıt

Cumhuriyet-Anıtı

1930’ları yaşayanlar için Taksim deyince ilk akla gelen! Atatürk`ü ve yeni kurulan düzeni tanıtan! Sosyal, toplumsal ve politik geçmişiyle İstanbul’un sembollerinden olan! Taksim Meydanı’na anlam katan! Tarihi dokusu meydanla bütünleşen! Törenlere, mitinglere ev sahipliği yapan! Cumhuriyet yönetiminin, mermerden ve bronzdan fotoğrafı olan! Önünden adeta insan seli geçen! Etrafında şipşak fotoğrafçıların eksik olmadığı, dostların, arkadaşların, sevgililerin buluşma noktası Taksim Cumhuriyet Anıtı!

Taksim Anıtı, Türk tarihinde yeni, güçlü ve şanlı bir dönemin sembolü aynı zamanda! İşgal çizmesinden kurtulmuş olmanın sevincini taşıyan halk, gözlerinden süzülen yaşlarla, sevgiyle, umutla, mutlulukla Cumhuriyet Anıtı’nın açılışını birlik ve beraberlik içinde beklemişti. Bu dönemi yaşayanlar anıta tüm hatıraları ve duygularıyla bağlıdırlar. Atatürk’e yetişmiş ve ondan sonra da devam eden bu atmosferi solumuş kuşaklara, sonsuzluğa doğru bakan bu heykeller grubu, sessizlik içinde tüm bu güzel duyguları, anıları tekrar tekrar yaşatır. Ama gittikçe kalabalıklaşan, yeterince kültür ve milli heyecan aşılanamayan yeni İstanbul’da Cumhuriyet Anıtı kendini duyura biliyor mu sizce?

Anıt fazlasıyla göz önünde ama bir o kadar da gizli!
Yanından defalarca geçmemize karşın İstanbul`da saklı kalan birçok eserden sadece biri!
Gelin bizler Cumhuriyet Anıtı’nın önünden gelip geçenlerden olmayalım! Anıta, üzerindeki heykellere hep birlikte dikkatlice bakalım! Anıtta saklı olan iki Rus generalini görüp, öyküsünü hatırlayalım. Bolşevik Ekim devriminin iki önemli generaline ait heykellerin, Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda, hem de Atatürk ve İsmet İnönü`nün hemen arkasında yer almasının anlamına tekrar değinelim. Anıtın her cephesinde yer alan ince ince işlenmiş, onlarca detayı inceleyelim. Dört Cephesi nasıl kurgulanmış? Atatürk, İnönü ve Fevzi Çakmak dışındaki askerler kim? Bende araştırdıkça, anıtı daha da bilinçli inceledikçe, yıllardır birçok detayı kaçırdığımı üzülerek fark ediyorum.
Sn. Çelik Gülersoy’un da dediği gibi;
Anıt demek, devletin ve ulusun kimliğini temsil etmek demek!
Anıt demek, bir şehrin tarihini temsil etmek demek!
Anıt demek, bir büyük adamın hatırasını canlandırmak demek!
Anıt demek, tarihi bir olayı betimlemek demek!
Anıt demek, önünde törenler düzenlenen, bir sütün, bir heykel, ya da heykel grubu demek!

Cumhuriyet ilan edilip de Türk tarihinde yepyeni bir dönem başlayınca, ilk ihtiyaçlardan biri olmuş Cumhuriyet Anıtı! Gelin şimdi 88 yıldır meydanı süsleyen Taksim Cumhuriyet Anıtı’nı birlikte inceleyelim; Dört cepheli anıtın kuzey yüzü Kurtuluş Savaşı’nı simgelerken, güney yüzü Cumhuriyet Türkiye’sini simgeliyor. Anıtın dar yüzlerinde ise birer asker heykeli ve üstlerindeki madalyonlarda iki kadın portresi yer alıyor. Kurtuluş Savaşı’nı canlandıran cephede, başında kalpağı ve askeri üniformasıyla askerlerinin önünde Gazi Mustafa Kemal Paşa görülmekte. Atatürk’ün ünlü Kocatepe pozunun canlandırıldığı bu kısımda topçusu, süvarisi, piyadesi ile kahraman askerler Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer alıyor. Yaşlısıyla, genciyle yanında geniş bir halk desteği var Gazi’nin. Ve cafekar, fedakar, kahraman, yiğit kadınlarımız! Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu toplayan, ocaklarının dumanını tüttüren… Bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla kar-kış-sıcak-soğuk demeyip cephenin mühimmatını taşıyan kadınlarımız! İşte bu ilahi Anadolu kadınlarımızdan biri, kucağında çocuğuyla yere bağdaş kurmuş bir şekilde Kurtuluş Savaşı’nın canlandırıldığı bu cephede betimlenmiş. Cumhuriyet Türkiye’sini canlandıran cephede ise modern ve sivil kıyafetler içinde Mustafa Kemal Atatürk’ü görüyoruz. Sol yanında askerî üniforma içerisinde Mareşal Fevzi Çakmak ve iki asker, sağ yanında ise yine sivil kıyafetli İsmet İnönü! Kadınlı erkekli, köylüsü kentlisi, askeri memuru, işçisi çiftçisi ile Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu canlandırılmakta.

Yine anıtın Cumhuriyet Türkiye’si yüzünde Atatürk’ün hemen arkasında iki Sovyet Generali duruyor: General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov! Anıt da ki bu Rus Generaller şuana kadar dikkatinizi çekmiş miydi? Peki neden Genç Türkiye Cumhuriyet’i cephesinde yer alıyorlardı?
Gerek Kurtuluş Savaşı gerekse Cumhuriyet’in kuruluşunda Sovyetler`le ilişkiler çok sıcak ve sağlam... Özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’ye yapılan Sovyet yardımına duyulan minnettarlığın simgesi olarak, Rus Generallerin Cumhuriyet Anıtı’nda yer aldığı birçok kaynakta belirtilir. İsmet İnönü’nün hemen arkasında yer alan, şapkasını bel hizasında tutan ve oldukça da güçlü, asil görünen Frunze’dir. Sovyetler Birliği tarihi içinde önemli bir yere sahip olan ve Kızıl Ordu’nun kurucusu olarak bilinen Frunze! Az sayıda askeriyle Ekim Devrimi’ne yaptığı katkısından dolayı, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra dahi efsane olmayı sürdüren Frunze! General Mihail Vasilyeviç Frunze Lenin’in özel talimatıyla, olağanüstü elçi sıfatıyla 13 Aralık 1921`de Ankara’ya gelmiş, gerek onuruna düzenlenen mitingde, gerekse Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmalarla büyük etki yaratmıştır. Gazi Mustafa Kemal’le de iyi bir iletişim kuran Frunze 5 Ocak 1922 tarihinde arkasında dostluklar, başarılı çalışmalar bırakarak ülkesine geri dönmüştür.

Atatürk’ün hemen arkasında yer alan ve mütevaziliğinden ödün vermeden ellerini önünde bağlamış olan kişi ise Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov! Voroşilov Kurtuluş Savaşı sırasında savaşın taktik ve stratejisine katkıda bulunması amacıyla Ankara’ya gönderilir. Kızılordu`nun önde gelen generallerinden olan Voroşilov, II. Dünya Savaşı’nda Mareşal unvanını almıştır. Cumhuriyetimizin 10. yıl kutlamalarına da katılan Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov 1881 Vernhiy/Ukrayna’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. Maden işçiliği yaparak eğitimini zorluklarla bitirmiştir. Savaş sonunda mareşalliğe yüksellir ve 1947`de Politbüro(Politik Büro )üyesi olur. 1953-1960 yılları arasında ise Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanlığı (cumhurbaşkanlığı) yapar.

İki yan cephede ise sancağı dalgalandıran Türk askerleri vardır. Bu askerlerden biri savaş, diğeri barış bayrağını taşıyor. Üstlerindeki madalyonlarda yer alan iki kadın portresi ise oldukça dikkat çekici! Madalyonlardan birinde Cumhuriyet öncesi peçeli kadın, diğerinde ise eşarbı uçuşan hür ve aydınlık yüzlü Cumhuriyet kadını betimlenmiştir.

Sayın Çelik Gülersoy’un `Taksim` adlı kitabında belirttiği gibi; Taksim denilince akla gelen ilk şeylerden biri de anıttır. Bu anıttan önce kırlık açık bir alan, bir yol kavşağı, bir boşluk olan Taksim bu eserin ortaya dikilmesinden sonra bir ‘Şehir Meydanı’ olmuştur. Şehirler meydanlarıyla anılır! Meydanlar şehirlerin yüzleridir adeta! Şehrin yaşayanları sevinçlerini, mutluluklarını, öfkelerini meydanlarda dışa vurur. Taksim Meydanı da İstanbul`un kalbinin attığı yerdir! Sn. Çelik Gülersoy Cumhuriyet Anıtı için Taksim’in seçilme nedenini ise şöyle anlatmış: ``Çünkü eski İstanbul`un mistik atmosferi, tarihi ve görünümü Cumhuriyet`in devrimci ruhuna uygun değildi. Geniş bir yer olarak sadece Beyazıt Meydanı vardı. Oraya yapılacak normal boyutlardaki bir anıt, 400 yıllık cami medrese ve 100 yıllık tarihi yapılar arasında ezilecek, anıt büyük tutulsa bu sefer bu tarihi yapılarla üslup uyuşmazlığı ve tuhaf bir perspektif çıkacaktı ortaya. Bu yüzden anıt için Taksim seçildi. Devlete ve topluma yeni bir hava, bir dinamizm getirmek isteyen Atatürk ve kadrosu, nasıl başkenti bozkırın ortasına, her şeyin yeniden yapılacağı, el değmemiş bir ortama taşımışlarsa İstanbul’a kurulacak Cumhuriyet Anıtı da şehrin eski melankolik ve romantik kısmından biraz uzak, taze ve bakir bir yerinde olmalıydı. Bu da Taksim Kavşağı idi!’

Anıtın finansman konusuna gelecek olursak, yoksul Cumhuriyet için oldukça önemli bir açıktı! Bir formül bulmak için komisyon kurulur ve başına da İstanbul Mebusu Doktor Hakkı Şinasi Paşa getirilir. Mali kaynak olarak ise halk ve büyük finans kuruluşlarına başvurulur.
Devamında Hakkı Şinasi Paşa`nın başkanlığında oluşturulan bu komisyon dünyaca ünlü İtalyan Heykeltraş Pietro Canonica ile bağlantı kurar. Anıt başlangıçta sadece Atatürk’ün şahsı için düşünülmüş. Pietro Canonica ‘Eserim Atatürk’ün kişiliğini vermekle yetinen bir heykel ile sınırlı kalmayıp, hem Kurtuluş Savaşı’nı, hem Cumhuriyet’i sembolize eden bir anıt olmalı’ diye belirtmiş.
Cumhuriyet Anıtı’nın tasarımını ise dairesel bir meydanın ortasında yükselen ve iki yanını çevreleyen yalaklardan akan suyun, büyük havuza dökülmesi şeklinde yapıp onaya sunmuş, devamında da anıtın yapımına başlanmıştır. Anıtın dar yüzlerine dikkat ederseniz birer ayna taşı ve önlerinde mermer yalaklar göreceksiniz. Sanatçı yalaklardan akacak suyun büyük havuza dökülmesi ile meydan çeşmelerini anımsatmak istemiş. Ancak, ödemesinde yaşanan sıkıntılardan dolayı havuzları tamamlanamamış.1927 yılında başlanılan anıt 8 Ağustos 1928’de havuzsuz ve çevre düzenlenmesi yapılmadan en az 30 bin kişinin katılımı ile TBMM Başkanı Kâzım Özalp tarafından açılmış!
Sn. Çelik Gülersoy’un kitabında belirttiği gibi; ‘Beyoğlu Beyoğlu olalı böyle bir kalabalığı görmemiş! Tramvaylar, arabalar, dolmuşlar Taksim’e akın akın insan taşımışlar! Açılış çok samimi, candan, duygulu ve coşkun olmuş! Bölünmemiş bir gençlik! Yorgun ama bir o kadar heyecanlı, inanmış askerler, siviller! İşgal çizmesinden kurtulmuş olmanın sevincini taşıyan bir halk! O Ağustos akşamı Taksim’deki anıtın önünde bir defa daha birleşmiş ve kaynaşmışlar! Meydanı dolduran o binler, söylevlerin en güzelini, en coşkununu veren, Cumhuriyetin gözde, inançlı, seçkin Marif Vekili Mustafa Necati’yi gözlerinden sızan yaşlarla, acıyla, sevgiyle, umutla, mutlulukla dinlemişler.’

Tasarımı Pietro Canonica, çevre düzenlemesi ve anıt kaidesi mimar Guilio Mongeri tarafından yapılan anıtın mermerlerinden, kullanılan madenine kadar hepsi özenle seçilmiş. Guilio Mongeri anıtın kaidesini adeta bir bina gibi düşünmüş, 11 metre yüksekliğindeki anıtın kaidesinde pembe renkli Trentino ve yeşil renkli Suza İtalyan menşeli mermerler kullanılmış. Toplam ağırlığı 184 tonu bulan anıt Roma`dan İstanbul`a gemi ile getirilmiş. Heykelleri barındıran, dört cephesinde sivri kemerler bulunan, renkli mermerleri, rozetli süslemeleri ile bir anıt inşa edilmiş. 1988`de ise Taksim, Tarlabaşı, Şişhane yıkımları sonrası anıtın oturduğu dairesel taban İstiklal Caddesi yaya yolunun bir parçası halini almıştır.
Taksim ismini bentlerden gelen suları semtlere taksim eden (bölüştüren) Maksem adlı yapıdan almıştı. Bu sebeptendir ki Heykeltraş Pietro Canonica tarafından semtin ismine de gönderme yapılarak anıt bir çeşme olarak tasarlanmış. İstanbul sularının ``taksim edildiği`` bu Maksem dışarda kuş evlerine, içeride ise yüklü bir tarihe ev sahipliği yapıyor. Yanından defalarca geçmemize karşın belki de şuana kadar fark etmediğimiz, İstanbul`da saklı kalan eserden bir diğeri Taksim Maksem’i! Cumhuriyet Anıtı’nın hemen arkasındaki altıgen tarihi bina!
İstanbul 3 imparatorluğa başkentlik etmiş bir şehir! Şehre ilk olarak suyu Roma’lılar getirmiş. Bugün halen Saraçhanede muhteşem bir valens kemeri yer alıyor. Daha sonra Bizanslar bu sistemi kullanıp, Belgrad Ormanı’ndan suyu taşıyarak sarnıçlara dökmeye devam etmişler. Osmanlılar ise Mimar Sinan döneminde yeni su kemerleri yapmışlar. Taksim Maksem’i bir Osmanlı yapısı! Maksem’in arkasındaki binada suyu depolamışlar. Altıgen binada ise lüleler aracılığı ile suyu farklı semtlere dağıtmışlar. Günümüzde ise Taksim Maksem’i ‘Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi’ adıyla sergi salonu olarak kullanılmaktadır.

Bugün, yani 19.03.2016 Cumartesi günü ‘Taksim Cumhuriyet Anıtı’ konulu yazımın düzeltmelerini yapıp yayınlamayı planlamıştım. Genelde yazılarımı ana konum olan mekanlarda, bölgelerde yazmayı severim. Çünkü o havayı soluduğumda duygularımı, hislerimi daha samimi daha candan aktarırım sizlere. Ancak bu hafta Taksim Cumhuriyet Anıtı manzaralı bir kafeye, Taksim Maksem’ine gitme şansım yoktu. Neden mi? Çünkü günlerdir canlı bomba ihbarları yapılıyordu! Paranoya içerisinde kalan bizler en azından bu hafta sonu çok riskli gözüküyor çıkmayalım dedik! Ve ne acıdır ki güne gene bomba haberleriyle içimiz yanarak başladık! Bu sefer tam da İstanbul`un kalbinin attığı yerde Taksim – İstiklal Caddesi’nde patlamıştı bomba! Yine canlar gitti! Çoluk çocuk, yaşlı genç demeden canlara kıydılar! Bir bebek arabası ve iki güvercin fotoğrafı olayın vahşetini gözler önüne seriyordur sanırım! Terörü ve terörden beslenenleri kınıyorum! Umuyorum ki özgürce, korkmadan sokağa çıkacağımız günler çok yakındır! Yaşanan tüm bu acı olaylar arasında; Türk tarihinde yeni, güçlü ve şanlı bir dönemin sembolü olan Taksim Cumhuriyet Anıtı’na tekrar tekrar anlayarak, hissederek bakalım!

Onca yokluk ve acılara rağmen vatanımızın bölünmez bütünlüğünü korumak için mücadele eden bu asil millet; Bayrağı, inancı, değerleri uğruna şehitlerimizin kanlarıyla sulanan bu toprakları Türk Gençliğine emanet etmiştir! Bayrağımızın bu topraklarda ilelebet özgürce dalgalanması için yardan ve serden vazgeçen şehitlerimizi, devlet büyüklerimizi her zaman rahmet, minnet ve şükranla analım! Emanetlerine sahip çıkalım! Gazi Mustafa Kemal Paşa ve tüm şehitlerimizi Saygı, Sevgi, Şükran ve Özlemle anıyorum…

Yazardan Not1: Beyoğlu’nda patlayan bomba sonrası hemen Eller Sanat Galerisi Sn. Nurhan Acun’u aradım. Kedisinin iyi haberlerini alınca sohbetimize telefonda devam ettik. Yazılarımı çok seven ve devamlı yazmamı öğütleyen Nurhan Amcam ‘Taksim Cumhuriyet Anıtı akşamları ışıklandırılmıyor. Lütfen yazında bu kısmı da belirt’ diye rica etti. Anıtın ışıklandırma sistemi olmasına karşın her akşam ışıkları yakılmıyormuş. Yetkililerden ricamız; ’Gecenin karanlığında güneş gibi doğsun Gazi Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları’ ‘Karanlıktan aydınlığa dönsün Cumhuriyet Anıtı!’

Yazardan Not2: Taksim Cumhuriyet Anıtı ile ilgili araştırmalarımı yaparken Sn. Çelik Gülersoy’un Taksim adlı kitabına ait bilgilere ulaştım internet ortamında. Maalesef kitabı piyasada bulma şansımız olmadığı için, İstanbul Kitaplığı kütüphanecisi Sevgili Neslihan Yalav’ın desteği ile araştırmalarımı tamamladım. Tekrar sevgilerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum Neslihan Hanım’a!

Yorumlar