İki Kadim Dost...

Splendid Palas-Büyükada

Ada vapuruna bindiğim an zaman birden yavaşlamaya başlar!
Yolculuk boyunca şiirlere konu olan İstanbul`un gözbebeği yelkovan kuşları, martılar, zaman zaman da yunuslar vapura eşlik ederler! Vapur yol aldıkça baş döndüren karmaşa birdenbire biter beton yığınları, huzursuz insan yüzleriyle şehir arkamda kalır!
İstanbul`a bir o kadar yakın ama bir o kadar da uzak olan adalara her gidişim modern hayatın hızından, karmaşasından kaçıştır!
Vapur adaya yaklaştıkça adada geçireceğim uzun saatlerin huzuru, dinginliği kaplar içimi!
Hele birde adada yaşama şansına sahip isek adayla buluşmak ayrı bir mutluluktur. Sevgiliyle kavuşma anıdır adeta!

Adaya yıllar önce gelmiş olsanız dahi vapur iskeleye yanaştığında her şey bıraktığınız gibi sizi bekler! Birbirinden güzel anılar biriktirdiğiniz insanlarla ve diğer canlılarla selamlaşarak keyif içerisinde yürürsünüz… Adanın özel karyolalı kedileri… İnsan canı köpekleri, atları, eşekleri ve tüm canlıları sanki yolunuzu bekler ve hepsi yol boyunca arkadaşlık eder size! Tesbih ağacından, ıhlamura, yasemine, mor salkıma, akasyaya, menekşe güllerine, leylaklara kadar yolunuzun üzerindeki her ağacı, her çiçeği bilirsiniz!

Maalesef ben adada uzun süreli yaşama şansına sahip olanlardan değilim, bu nedenle kalacağım otel odasının penceresinden içeriye ya deniz ya da bir ağacın güzelliği dolar diye devam edebilirim… Denize nazır bir otel odasında isem sabah beşte muhteşem gün doğumunu izlemek olmazsa olmazımdır! Karşımda büyüleyici bir İstanbul manzarası, adanın inanılmaz dinginliği, martı çığlıkları, tek tük çıkan faytonların sesi kulağa müzik gibi gelir ve her sabah beşte kalkmayı göze alabilirsiniz! Güne bu güzelliklerle başlayınca yazmamak imkansız! Günbatımında ise köşkleri kızıl rengine boyayan adanın o büyülü, rengarenk ışığı beni hep etkilemiştir. Dünyanın tüm renklerinin yer aldığı o ışıklara nazır, Splendid Palas’ın püfür püfür esen verandasında gün batımını izlerken kahvemi yudumlamak gibisi yok! Adalar denizle, martıyla, doğayla olan ilişkinizin devamlılığını sağlarken, renklerin ahenkle dans ettiği böylesi büyüleyici bir dünyaya çeker sizi! Böylece şehirdeki yirmi dört saat ile adadaki yirmi dört saat arasındaki farkları keşfederken, güneşin doğuşunun ve batışının şehirdekinden çok daha uzun, büyüleyici olduğunu tekrar tekrar görürsünüz!

Bende hanımelleri, ıhlamur kokuları, kocaman alman papatyaları arasında büyümüş, sokaklarda bisiklet sürmüş, beştaş, yakan top, istop, seksek oynamış olsam da Büyükada’nın deniziyle, martısıyla, ışıl ışıl gündoğumu - gün batımıyla büyüyen çocuklarından olmak isterdim sanırım. Benim çocukluk dönemlerim adalarda denizin çok güzel olduğu ve gönül rahatlığıyla girilebildiği yıllara denk gelir. Bu yıllarda adanın dinginliğini de göz önüne alan aileler bütün bir yazı adalarda geçirirdi. Çocuğunuzun bisikletine atlayarak sabahtan denize gittiği, arkadaşları ile bütün gününü denizde geçirdiği, akşamüzeri ailesiyle yemek yediği uzun ve keyifli zamanlar!
Koca bir yaz dönemi Ege sahillerine gitme ihtiyacı duyulmadan adada oluşan komşuluklar, dostluklar… Sevgiyle, arkadaşlıkla dolu dolu geçen eşsiz anlar!

Adada iken kendi dünyanızın ve sizin dışınızdaki dünyanın farkına vararak, zamanın size ait olduğunu bilirsiniz! Adada yaşamak azla yetinmeyi, kendi içine dönmeyi, doğayla uzlaşmayı, popüler tüketimden uzaklaşmayı sağlarken yazıyorsunuz, okuyorsunuz, sevdiklerinize, hobilerinize zaman ayırabiliyorsunuz! Özgürce yüzüp, yürüyüp, bisiklete binebiliyorsunuz.İşte tüm bu açılardan bakınca ada çocuğu olmak isterdim gerçekten. Belki de şuan bankacı değil donanımlı, özgür ruhlu bir sanatçı olmuştum.

Ve mevsimlerden bahar! Rengarenk, cıvıl cıvıl bir ortam… Ada sokaklarında mor salkım kokusunun yaseminle, menekşe gülleriyle karıştığı, insanın aklını başından alan büyüleyici bir rayiha dolanır! Etrafımda koşuşturan çocuklar, uçuşan kelebekler, kuşlar… Doğa uyanmış, bahar tüm güzelliği ve cıvıltısıyla gelmiştir! Her yıl dünyanın tüm renkleri ile bezeli ağaçların, çiçeklerin olduğu bu sokaklarda ‘hoş geldin bahar’ nidalarıyla dolanmaya bayılırım. Böylesi büyüleyici sokaklarda yaptığım her yürüyüş sonrasında, Splendid Palas’ın zarif salonlarında kahvemi yudumlayacak olmanın heyecanıyla, adımlarımı hızlandırdığım da çok olmuştur.

Büyükada ve Splendid Palas iki kadim dost!
Daha adaya yanaşmadan gümüşî kubbelerinin güzelliğiyle dikkat çeken otel, kırmızı panjurlarla süslenmiş, bembeyaz masalsı bir yapı! Benim için ise zamanın durduğu harikalar diyarı! Geçmiş ve geleceğin buluştuğu bu özel mekânlarda tarihi yaşamak, yaşatmak ve büyülü atmosferini solumak bana inanılmaz iyi geliyor. Tarihi dokusuyla ruhumuzu okşayan, mücevher niteliğindeki bu yapıları, müzeleri gezmek, kimilerinde söyleşilere, klasik müzik konserlerine katılmak gibisi yok! Geçmişin görkemini yansıtan Splendid Palas`da tarihin derinliklerine dalabilmek ise benim için bir ayrıcalık!

Odalarında romanlar yazılan, salonlarında notalar yankılanan… Mutluluğun, hüznün, aşkın, dostluğun resimleri duvarlarına asılan… Cumhuriyet balolarına ve pek çok kutlamaya ev sahipliği yapan… Asaletiyle dikkat çeken, sevginin ve kadim bilgilerin paylaşıldığı bu asırlık mekanda Ata’mızın da birçok hatırası olduğunu biliyor muydunuz!
Aileyle yakın dost olan Mustafa Kemal’in sık sık gittiği bir otel Splendid Palas! Hatta sevdiği insanlardan olan ve çok erken yaşta veremden hayatını kaybeden Kazım Paşa’nın torunu Mualla Hanım ile çekilmiş bir fotoğrafı, yaşanmışlıklarla dolu salonunda yer alır! Mualla Hanım’ın acı kaybına Atatürk o kadar üzülmüş ve aileye kızmıştır ki Mualla Hanım’ın annesine bunu belirterek otele bir daha gelmeyeceğini söylemiştir. Aile bu duruma ayrı üzülse de o zaman için verem maalesef amansız bir hastalık! Çok erken yaşta veremden kız kardeşini kaybeden Belma Hamamcıoğlu ise yaşadıkları bu acı karşısında çaresizliklerine ilaç olabilmesi adına veremle savaş derneğinin kurulmasına yardımcı olur.

Atatürk`ün vals yaptığı o meşhur fotoğraf desem! İşte bu fotoğrafın Splendid Palas’da çekildiğine dair birçok kaynakta bilgi olmasına karşın, oteli kuran Sakızlı Müşir Kazım Paşa’nın torunu Serra Hamamcıoğlu Taşkent yaptığı açıklama ile fotoğraf konusundaki bilgi kirliliğini benim adıma temize çekiyor adeta: Serra Hanım " Söz konusu fotoğrafta Kâzım Özalp`ın kızı Neriman Özalp Sirer, Ankara Palas`taki düğününde Atatürk`le dans etmektedir. Splendid Palas`ın bânîsi Kâzım Paşa`nın torunu Belma Hatice Hamamcıoğlu`nun akrabası ve en yakın arkadaşı olan Neriman Özalp Sirer`in yine Splendid Palas Oteli`nin bânisi Kâzım Paşa`nın kızı Nazire Hanımefendi ve ailesinin yakın dostlarıdır. Splendid Palas`a pek çok defalar gelmiş olan Atatürk ve Neriman Özalp Sirer’in bu fotoğrafı bu nedenle Splendid Palas`ta asılıdır." diye belirtiyor.

Aile yadigarı, kültür mirası olarak yaşatılan ve Büyükada`nın vazgeçilmezi Splendid Palas’ın ruhu kesinlikle tartışılmaz! Büyükada`da geçmişe bir yolculuk yapmak, kendimizi günümüz Türkiye’sinden başka diyarlara ışınlamak istediğimizde olmamız gereken tek adres!
Benim için Pera Palas’ın ruhu da tartışılmaz olmasına karşın, hayalimdeki ada oteli olan Splendid Palas’ın bende her zaman bir önceliği vardır! Büyükada’nın huzurlu, dinlendirici ada havasıyla mistik, otantik, romantik bir tatil! Rüya gibi!
Tarihin doğayla zarifçe buluştuğu Splendid Palas’da konaklarken,Büyükada`nın eski ve büyüleyici günlerini hissedip, Cumhuriyet balolarına ev sahipliği yapan, tarihi dokusunu kaybetmemiş salonlarında zamanda yolculuklar yapabilmek en sevdiğim!

Bilirsiniz 1930’ların Beyoğlu’nu yazdığımda bir Beyoğlu Hanımefendisi… Eski İstanbul’u yazdığımda, asaleti ve zarafetiyle tuvallerde dolanabilen bir Sultan olabilirim… Bunlar beni mutlu ettiği gibi yaratıcılığımı arttırıyor sanırım. Eski İstanbul’un hayat bulduğu, geçmişin en güzel figürlerinden olan böylesi özel yapılarda, tarihte okuduğumuz ilginç hayatlar, hikayeler gözümün önünden geçer ve bir belgesel tadında dakikalarca izlemeye devam edebilirim. Bu ruh haliyle başrolünde olduğum bir film şeridi içerisine girerim adeta! Splendid Palas’da bulunduğum anlarda ise 1920’lerin 1930’ların zarafetiyle buram buram tarih kokan salonlarda, avluda, merdivenlerde dolanırım. Konuklarda birazdan arz-ı endam ederek bu zarif masalarda yerlerini alacaklar ve ilk vals’ı biz yapacağız. Yaşanmışlıklarla dolu bu büyüleyici yapı içerisinde kısa bir süre yaşayınca kalemimi engelleyemiyorum, yavaş yavaş öykülere kayıyorum. Benimde artık kahramanlarımı yaratıp, öyküler yazma zamanım geldi sanırım!

Hep söylerim, tarihi binaların sanat için kullanılması sanatın boyutlarını, ihtişamını daha bir gözler önüne serer ve beni inanılmaz etkiler. Tarihin izlerini taşıyan bu yapılardan bazıları otel olarak kullanılsalar dahi özenle korunan mekanlarda yaşama şansını yakalayabildiğimiz için ayrıca mutlu oluyorum. Ülkemizde ve Dünyada yaşanan bu kara günlerde, böylesi yapıların ruhumuzu besleyerek hissettirdikleriyle birçok yazı, öykü yazabiliyor olmamız bir nebze olsun nefes almamızı sağlıyor!İşte tüm bunlar Splendid Palas’ın benim için sadece bir otelden ibaret olmadığını tekrar tekrar hatırlatıyor!

Tarihi Splendid Palas’ın merdiven başını tutmuş “İki Tanrıça!”
Biri buğdayların anası Demeter diğeriyse kızı tahıl tanesi Persephone! Tarihin derinliklerine yolculuklar yapacak olmanın heyecanıyla bende iki tanrıça arasından ağır adımlarla ilerleyerek harikalar diyarında buluyorum kendimi. Lobinin dekoru ve ferahlığı müthiş! Döneme ait birçok antika eşya ile bezeli salona geçtiğimde ise gerçekten büyüleniyorum… Oteli kuran Sakızlı Müşir Kazım Paşa’nın solonda yer alan fotoğrafı orijinal çerçevesinde! Eşsiz hatıraların yer aldığı salonun her köşesi ayrı büyülüyor insanı! İçinizi ferahlatan yüksek tavanları, geçmişin izlerini taşıyan ahşap mobilyaları önce lobiye, vezneye ve daha sonra iç avluya yönlendiriyor beni!

Eski telefon santralinin bulunduğu vezne bölümünden ayrı bir etkileniyorum! Tarihi otellerde olmayan farklı bir durum olduğundan mıdır bilmiyorum ama gerçekten tarifleyemediğim bir şekilde etkileniyorum bu kısımdan! Bir ara vezne içerisinde bir arkadaşın çalıştığını gördüm. Filmlerdeki muhasebecileri çağrıştırdı bana! Bu kadar ferah bir ortamda vezne içinde devamlı çalışabilir miydim bilmiyorum ama alandan kazanmak için veznenin kaldırılmadığına çok mutlu oluyorum! Hemen yandan o zarif merdiven basamaklarını adım adım çıkarken dahi vezneden gözlerimi alamıyorum! Pencere önüne geldiğimde ise oldukça nostaljik bir havası olan avlusuna bakıyorum! Her katta tekrar tekrar bu pencerenin önünde durup zamanda yolcuklarıma devam ediyorum! Ve ahşap tarihi asansörün kapısını aralayarak zamanda yolculuklarımın tadına gerçek anlamda varıyorum!

Tarihi bir ada oteli ve bununla uyumlu aydınlık bir dekorasyon! Zevkle dekore edilmiş zarif, nostaljik, sıcacık bir hava! Splendid Palas’da art nouveau tarzından belli ölçüde esinlenilmiş olsa da Doğu-Batı sentezine sahip mimarisinin her ayrıntısında ayrı bir tarih gizli! Özellikle odaların çevrelediği aydınlık iç avlusu beni benden alan kısım! Şirin kırmızı panjurlu odaların özenli restorasyonuyla da asırlık bina oldukça konforlu hale gelmiş! Şehrin kargaşasından gökyüzüne bakmayı unuttuğumuz anların acısını çıkartırcasına, başımı kaldırıp uçsuz bucaksız gökyüzüne bakmayı, göğün mavisindeki ferahlığı yakalamayı fırsat bildim şirin balkonlarda! Bu masalsı yapıya çok hoş bir hava katan kırmızı panjurlu, eşsiz İstanbul manzaralı balkonlardan göğün mavisindeki derinliklere gidebilmek tam olarak huzurun adresi idi! Nüzhet Erman’ın dediği gibi ‘İnsanlar gökyüzüne bakmayı unuttu mu yeryüzünde hayat çekilmez olmuştur!’

Büyükada`nın atmosferi, muhteşem manzarası ve tarihi dokusuyla kesinlikle çok özel bir otel Splendid Palas! Bahçesindeki kafede oturup bir şeyler içebileceğiniz otelin, küçük sevimli de bir havuzu var ve yeri oldukça gizemli… Ağaçlar arasındaki havuz doğayla baş başa kalabileceğiniz şekilde tasarlanmış adeta! Ağaçların altına uzanıp dinlenmek, kitabınızı okumak, bir şeyler karalamak gibisi yok! Sıcacık samimi bir ortam! Yan taraftan birbirine seslenen komşuların sesini duyacak kadar... O an çocukluğumuzdaki ada günlerine döndüm sanki… Sıcacık komşuculuk ilişkilerini çok derinden hissettim. Bu arada havuzda yüzmekte olan yeğenim Enes ‘Hala ne iş der gibi’ yüzüme bakıyordu... Enes’ime ‘İç içe sıcacık bir ortam halacım :)’ dedim.

Akşam vapuruna yetişme derdi olmaksızın, adanın güzelliğini bir de gece yaşamak için mutlaka adada kalınmalı! Biz iki sene önce de Büyükada’da kalmıştık ama ada içi bir oteldi. Bunun ayrı bir keyfi olsa da akşamüstü kalabalıklar şehre dönerken, kaldığınız otelden manzarayı izlemek müthiş. Splendid Palas’da konumu, manzarası, tarihi geçmişi, yaşanmışlıkları düşünülünce en doğru tercih!

Adalardayken şehrin sosyal hayatıyla açıkçası hiç ilgilenmiyorum. Günlerce, aylarca kalabilirim! Benim için akşamları Splendid Palas’ın avlusunda içeceğim bir kahve gibisi yok! Hele ki yaşanmışlıklarla dolu salonlarında ailemle kahve sohbeti yapabiliyorsam benden mutlusu yok! İnsanı büyüleyen bu salonların gece gündüz ilham veren bir ışığı var! Gecenin ilerleyen saatlerinde ise bir yandan sessizliği dinlerken bir yandan hatıralarla dolu bu salonda sabaha kadar yazılarımı, kitabımı yazabilirim. Benim için ideal bir tatil ve dinlenme! Splendid’de defalarca kahve içmiş, yemek yemiş olsam da geçmişin görkemini yansıtan bu otelin önünden her geçişimde ailemle gelip kalmayı hayal etmiştim! Tarihi binada kalmak insanı farklı bir atmosfere götürürken, babamla tarihin sayfalarından Ata’mızdan bahsetmek ayrıca hoşuma gidiyor. Tatili fırsat bilip annem, babam, ablam ve yakışıklı doktor adayı yeğenimle soluğu adada aldık. Enes’imin İstanbul Tıp Fakültesini kazanarak, güzel bir başarıya imza atmış olması sonrasında dede ve babaanne ile gecelere akma zamanıydı:) Bizimkileri evden çıkarmak oldukça zor olduğundan bir gece kalıp döneceğiz şeklinde organizasyonumu tamamladım. Yorulmadıkları takdirde bir iki gece daha uzatırız diye düşünüyordum. Annemin geçirdiği rahatsızlıkları düşününce ve babamın dahi zorlandığını görünce tatili uzatamadık ama oldukça keyifli zamanlar geçirdik!

Gittiğimiz yerlerde tarihi ya da o bölgenin dokusuna uygun otellerde kalmaktan ayrı bir keyif alıyoruz. Splendid Palas’da da özellikle annem ve babamın kalacağı odanın ferah, deniz manzaralı, rahat edebilecekleri bir oda olmasını rica etmiştim. Odaya girince hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olur. Ben deniz manzaralı odayı gözümde daha geniş hayal etmiş, yatağında tam denize karşı olduğunu düşünmüştüm. Odaya girdiğimiz an baktım küçük bir oda, yatak denize paralel ve balkon kapısı kapalı! Bu muhteşem manzarayı görmek oldukça zor! İçime bir karamsarlık düşmedi değil. Ama yaşlı insanları tekrar yormamak için oda değiştirme işlerine de girmedim. Hemen balkon kapısını sonuna kadar açıp sandalye ve koltukları yerleştirip uçsuz bucaksız deniz manzarasını yattıkları yerden olmasa da balkondaki sandalye veya yandaki koltuktan görmelerini sağladım.
Yatağa uzandığımızda dahi uçsuz bucaksız bu muhteşem manzaranın yanı başımızda olduğunu bilmek, hissetmek ayrı güzel ama odaların ve manzaranın tam keyfini çıkarmak için suit tutmak hatta odalar müsaitse öncesinde görmek lazım. Artık benim tercihim muhteşem manzaraya sahip elli dokuz numaralı köşe oda olur sanırım. Bu arada anacığım babacığım da gelir gelmez yorgunluktan hemen uyudular, ama olsun böylesi tarihi bir mekanda denize karşı, martı ve vapur sesleri arasında uyumuş oldular :)

Normal odaları hayalimdeki kadar geniş olmasa da iç alanlar inanılmaz geniş ferah! Yürürken döşemelerin gıcırtısını duymak ve tam ortada bulunan masada çalışmak istiyorum! Ortak alan olsa dahi o kadar sakin ve geniş ki direk oturup yazı yazma hissi uyandırdı bende…Annem ve babamın odadan çıkıp yavaş yavaş asansöre yürüdüğü anlardan, yakışıklı doktor adayımızın babaanne ve dedesini özenle asansöre bindirdiği anlara kadar dönüp dönüp bakıyorum; Dile kolay 1908’den beri geçen yıllar! Acısıyla tatlısıyla ne çok hatıra doluydu buralarda! Annem, babam, ablam ve yeğenimle yaşanmışlıklarla dolu böylesi bir ortamda olmaktan mutluluk duyduğum anlardı! Bizimkiler ahşap tarihi asansörle zamanda yolculuklarına başladığında ben ‘kimler geldi kimler geçti bu merdivenlerden’ diye düşünerek, kırmızı halılar döşenmiş zarif merdivenlerden ağır ağır lobiye inerdim!

Hayatımda ne zaman kendimle baş başa kalmak istesem adalarda bulurum kendimi. Genelde Heybeliada Halki Palas’da böylesi kaçamaklar yapardım. İki sene önce ailemle de orada kalmıştık. Hatta önceki gün Büyükada’da ada içi bir otelde kalıp, ertesi gün Heybeliada’ya geçip Halki Palas’da kalmış ve ertesi günde Burgazada’ya geçmiştik. Ama bizimkiler yorulunca Burgazada’da kalmayıp eve dönmüştük. Artık ada oteli deyince Splendid Palas bir numaram. Ne zaman şehirden kaçmak istesem Büyükada’ya gidip, aynı otelin aynı numaralı odasında kalıp kitaplarımı yazacağım. Adanın sihrinden midir, benim pozitifliğimden midir bilinmez ama adalarda evrene doğru ışınlar verdiğimi düşünürüm. Dönüş yolunda ise ada vapuru şehre yaklaştıkça, adada geçirdiğim zamanlara bağlı olarak üzerime sinen dinginliğin, mutluluğun, huzurun keyfiyle yazacağım yeni yazıma odaklanırım!

Yaz kalabalığı adadan çekildiğinde, Eylül`ünde büyüsü ile ada daha da bir keyifli olmaz mı ?
Bence muhteşem olur! Sonbaharın güneşli günlerinde hafta sonu kaçamakları yaptığımız çok olmuştur ama bir Eylül sabahında yağmur damlaları cama vururken kahvemi Splendid Palas’ın zarif salonlarında içtiğim olmamıştır. Beyaza bürünmüş adaları ve bembeyaz örtünün içerisinden kırmızı panjurlarıyla bana göz kırpan Splendid Palas’ı gördüğüm ise hiç olmamıştır! Yağmur damlaları, kar taneleri cama vurdukça kahvemi yudumlamaya devam etmek, kitabımı okumak, bir şeyler yazmak nasıl güzel olur kim bilir! Vaktiyle salonun bir köşesinde yanan, uzun kış gecelerinin vazgeçilmezi yadigar çini soba yanıyormuşçasına gecenin sessizliğinde, soba başında yazacağım onlarca yazımın heyecanı! Bırakalım bu kısım ilk yazacağım öyküme konu olsun! Gerçeğe dönecek olursak bırakın kar yağarken adalara gitmiş olmayı, kar yağarken adaları hiç yazmamıştım.Hele hele dışarıda iki cm kar varken yazıma ‘mevsimlerden bahar’ diye hiç başlamamıştım. Splendid Palas’ın kış sezonunda da açık olduğunu öğrendikten sonra masalsı Büyükada’nın kış halini görmek çok istiyordum. Bu yazımdan aldığım enerjiyle en kısa sürede bunu gerçekleştiriyor olacağım kesin!

Bir İstanbul ada klasiği Splendid Palas’da masal dört mevsim, tüm zarafetiyle devam ediyor bundan emin olabilirsiniz!
Splendid Palas’ın zamansız bir akşam üstünde, sıcacık oturma salonunda, tarihe tanıklık etmiş, binlerce sohbete kulak vermiş çini soba çevresinde muhabbette buluşmak dileğiyle...

Yazardan Not1: İlk fotoğraf Ressam Bülent Kılıç`a ait yağlı boya tablosudur. Tablo fotoğrafı GalataSanat`a aittir. http://www.galataart.com/
Yazardan Not2: Fotoğrafların bir kısmı Splendid Palas`a aittir. 4. fotoğraf travel_modus’a aittir. Aile fotoğrafları Cemile Aksoy’a aittir.
Yazardan Not3: Fotoğraf çekimi için ayrıca gidecektik ama fırsat yaratamadık... Bu durumda da adanın ve Splendid Palas`ın tüm güzelliğini ortak çalışma sonucu vermeye çalıştım :P

Yorumlar