İstanbul’un Derin Hafızası

İstanbul-Kitaplığı

Soğukçeşme! Manolya ağaçları gölgesinde, ıhlamur kokulu, rengarenk çiçeklerle bezeli, arnavut kaldırımlı, tarihle iç içe geçmiş, adımladıkça mutluluk duyduğum, eski İstanbul’u kulağıma fısıldayan sokak! Özellikle baharı bir başka olur Soğukçeşme’nin! Kışı bembeyaz! O dondurucu soğuğa rağmen, sokak sizi sımsıcak kucaklar! Tarihe yolculuk yaptıran, birbirinden güzel fikirler üretmenize neden olan... Her gidişimde ruhumun ritme girdiğini ve tazelik kazandığını hissettiğim şirin sokak!
Her zaman da örnek gösterdiğim bir sokaktır Soğukçeşme! Özellikle ‘Geçmiş’den Günümüzü Adım Adım Bab-ı Âli’ gezisinde ve sonrasında! ‘Bab-ı Âli öldü ama ruhu yaşıyor mu?’ sorusuna cevap bulabilmek için bu gezi bana biçilmiş kaftan idi. Gezinin ilk dakikaları itibariyle görmüş oldum ki, Bab-ı Âli’nin ruhu da ölmüş! Kültür ve irfan dünyamızı besleyecek bir sokak, sokağı geçelim tek bir kalıntı dahi kalmamış! Her şey koparılıp atılmış adeta! En azından Soğukçeşme gibi bir sokak korunabilseymiş! Kültür sokağımız olabilseymiş! Sadece tarihi bir bina değil bu ruhu yansıtan sokaklar kalmalıydı aslında! Değerlerimizi bu kadar hunharca harcamamalıydık!

Bab-ı Âli’yi kendi başıma gezerken detayları kaçırdığımı, aralarda tek tük de olsa bir şeyler kaldığın umut ediyordum. Bir yandan da içim acıyarak itiraf etmeliyim ki beklentim çok yüksek değildi! Ama Cemal Nadir’in meşhur ‘Amcabey’ çizgi karakterinden ne istendi örneğin! Cemal Nadir Sokak tabelasında yer alan ‘Amcabey’ karakteri halen kalmış olsaydı ne kaybederdik? Küçük tatlar bırakmak bu kadar mı zor! Bu acı manzaraları görünce... Soğukçeşme’de ilim, irfan, kültür anlamında sadece İstanbul Kitaplığı kalmış olsa da Soğukçeşme’nin dinginliğine, sıcaklığına, eski Türk filmleri tadında oluşuna bayılıyorum. Ancak nazarım değdi galiba! Bab-ı Âli ile ilgili yazacaklarımı planlar, düşünürken gündemime birden İstanbul Kitaplığı’nın taşınması ile ilgili haberler girdi.

Hep söylerim tarihi binaların sanat için, kültür için kullanılması bu mistik, bu otantik yapıların ihtişamını daha bir gözler önüne serer ve beni inanılmaz etkiler. Ancak sorarım kendime! Şehirde kültür, sanat mekanlarının her 20-30 yılda bir değişmesi nasıl bir şeydir? Henüz bunu kafamda netleştiremedim! Plansızlık mı? Yüzeysellik mi? Cehalet mi? Bab-ı Ali’nin son yıllarını 60’lardan itibaren yaşayan, Tarih ve Toplum Dergisi eski Yayın Koordinatörü araştırmacı Sn. Fahri Aral ile geziyorsunuz ve buraların kaç defa değiştiğini kendisi dahi hatırlayamıyor. Yurt dışına yıllar önce de gitmiş olsanız ilgili binaları bulmakta zorlanmıyorsunuz değil mi? Çünkü tarihi binalar, çeşmeler, sanat kültür bağlantılı bu yapılar taşınmıyor! Veya sağına soluna binaların ihtişamını bozacak, onları yok edecek kadar zarar veren yeni yapılaşmalar olmuyor! Yıllar sonrada gitsek de baki kalıyorlar. Hem de aslından hiçbir şey kaybetmeden!

Kültür sokağı diye övündüğümüz Soğukçeşme’deki bu Osmanlı evleri Sn. Çelik Gülersoy’un katkılarıyla onarılmasaydı, kafelerin, lokantaların yoğun olduğu, tarihi binaların ihtişamının yerle bir edildiği diğer sokaklarımızdan farkı kalır mıydı? Turistlik, kültür kokan bir vitrin değil midir Soğukçeşme? Okurlarını sokağın başında büyük bir bilgelikle karşılayan en önemli binası ise İstanbul Kitaplığı değil midir? İstanbul aşığı Sn. Çelik Gülersoy tarafından kurulan İstanbul kitaplığı, Ayasofya ve Topkapı Sarayı`nın hemen bitişiğinde yer aldığından yerli ve yabancı araştırmacıların, öğrencilerin, İstanbul aşığı olanların kolayca ulaşabilecekleri konumdadır. Nadide kitapların yer aldığı bu kütüphane gerek içerideki, gerekse dışarıdaki tarihle iç içe geçmiş, emsalsiz bir yerdir ve yerinde korunmalıdır!

İstanbul Kitaplığı’nı sadece bir kütüphane olarak düşünemeyiz! Sevginin ve kadim bilgilerin paylaşıldığı, geçmiş ve geleceğin buluştuğu bu özel mekan sıradan bir kütüphane değildir! İstanbul`un ve Tarihi Yarımada’nın en önemli değerlerinden olup, İstanbul’un binlerce yıllık hafızasıdır! Şehrimize sahip çıkan nadide kitapların ev sahibidir! Kapı tokmağı vurularak açılan kapısından ışık saçan ve İstanbul’un tarihine yolculuğa çıkaran, ilham veren atmosferiyle sıcacık bir kültür yuvasıdır! Eşsiz bir kültür hazinesi İstanbul Kitaplığı!

Yeni kütüphaneler açılmazken! Eski kütüphaneleri yaşatmak için fikir üretmezken! Kapatmak yönünde niye bu kadar enerji harcanır! İstanbul Kitaplığı’ndaki en acı kısım ise bu karara imza atanların Sn. Çelik Gülersoy’un kadim dostlarının, yol arkadaşlarının olması sanırım. Sn. Uğur İbrahimhakkıoğlu Yargıtay Genel Sekreterliği yapmış bir bey. Sn. Arhan Apak ise uzun yıllardan beri Saint Joseph Lisesi eğitim vakfını yönetmekte. Koşullar ne kadar zor olsa da, son nefeslerine kadar bu emaneti savunmalarını beklerdim. Çelik Bey’de tüm imkansızlıklara rağmen öğrencilik yıllarından itibaren, İstanbul üzerine topladığı zengin kitap, belge koleksiyonunu kurduğu bu kitaplığa bağışlamamış mıydı? Ve olağan üstü çabalarıyla Soğukçeşme Sokağı’nın bugünkü görünüme gelmesini sağlamamış mıydı? Koşullar her zaman mükemmel olmuyor, şartları zorlamak gerekiyor. Hele ki üzerinizdeki emanet maddi ve manevi olarak bu kadar değerli ise! İstanbul Kitaplığı’na uğradığım gün Yönetim Kurulu toplantısı vardı. Bu karara karşı çıkıp, imza atmayan tek Yönetim Kurulu Üyesi Sn. Deniz Yalav ile giriş katında karşılaştım. Kendisiyle birkaç yıl önce adım adım İstanbul gezilerinde tanışmıştık. Gelinen noktanın ne kadar üzücü olduğunu belirtip ayaküstü biraz muhabbet ettik. Ancak Uğur Bey ile karşılaşma şansım olmadı. Toplantı arasına da denk gelemedim. Üst katı sessizce gezerken toplantının olduğu kısma ise geçmedim.
Ama inanın kat da görüyor olsaydım, kendisiyle fikir alışverişi yapmak ve duygularımı şu şekilde ifade etmek isterdim; ‘Arkadaşınız, kadim dostunuz Sn. Çelik Gülersoy’un emanetine son nefesinize kadar, tüm imkanlarınızla sahip çıkmanızı beklerdik.‘ ‘Bu kararınızdan dolayı içinizin acıdığını düşünmek istiyorum!’ ‘Sayfalarca açıklamanızı az önce okudum ve inanın çok şaşırdım! Şahıslardan, imza sahiplerine kadar her konuya değinmişsiniz! Ama İlber Bey’in sadece 140 karekter Tweet ile verdiği mesajı konun özeti olmuş adeta! ‘ Satılmayan bir kütüphane kalmıştı. ‘Nadir kitaplarla dolu İstanbul Kitaplığı tarih olmasın!’

Ben inanıyorum ki rahmetli Çelik Gülersoy mezarında rahat değil! Çünkü İstanbul Kitaplığı’nı emanet ettiği dostları kemiklerini sızlatacak bir karara imza attılar. Öğrencilik yıllarından itibaren ilmek ilmek işlediği eşsiz eserlerin bu binadan çıkarılması Sn. Çelik Gülersoy’un mirasını ve emeklerini hiçe saymaktır! Amaçları İstanbul Kitaplığı’nı yaşatmak olan Yönetim Kurulu Üyelerinin, kütüphanenin nitelikli bir şekilde hizmete devam etmesi yerine, taşınmasını onaylamaları, bu kargaşalar içerisinde seçkin kitapların oradan oraya sürüklenmesini, iki kişilik çoğunlukla karara bağlamaları insanın içini acıtan bir durum gerçekten! Oysaki Sn. Çelik Gülersoy kütüphane açılışında katkıda bulunanlara yaptığı konuşmada, “Bu ulusal kuruluşumuzu oluşturan değerli kişiler, en büyük bina yerini, para getirecek bir otele değil, bir kültür yuvasına ayırmakta tereddüt etmediler. Hayatta paradan çok daha önemli şeyler olduğunu bilen bu kadroya, teşekkür borçluyum. Eğer bu kütüphane ilelebet yaşarsa bir Osmanlı evinde açılmış olan bu kütüphanenin İstanbul’un kendi kimliğinin bilinmesine imkan sağlayacak...”demişti.

İstanbul Kitaplığı’nda her kurumda olduğu gibi geliştirilebilecek yönler tabii ki olabilir. Geliştirilebilecek noktalar üzerinde durulurken dahi kitaplığın tarih ve çevresiyle iç içe geçmişliği dikkate alınmalıdır. Bırakın otel veya kafe olmasını! Bu eşsiz kitaplık olduğu yerde yaşamaya devam etmelidir. Ülkemizde başka yerlere taşınan değerlerin ne hallere geldiğini hatırlatmaya gerek dahi duymuyorum. Çelik Bey’inde belirttiği gibi bazı değerler para kazandırmak zorunda değildir. Kazandırdıkları paradan çok daha değerlidir!

Sn. Uğur İbrahimhakkıoğlu’nun sayfalarca yazılmış basın açıklamasında beni inciten bir diğer satırda; ‘14 milyonluk bir binanın, sadece kitap okumaya tahsisi, korkunç bir israf olup, vakfı zarara uğratıcı harekettir ve sorumluluğu muciptir. (Kitap okumak hele böyle değerli eserleri okuyup incelemek elbette ki çok önemlidir, ama bunun için saray gibi yapılara gerek yoktur) Uğur Bey’in toplantısı bitmiş olsaydı kendisine şu fikirlerimi de iletmek isterdim; ‘Ayasofya ile ilgili kitapları karıştırıp, derinliklerinde kaybolduğunuzda, kafanızı bir an kaldırıp karşınızda Ayasofya’yı görmek… Sokağın başında Topkapı Sarayı’nın tüm ihtişamı ile durduğunu bilmek… Harem’i, Aya İrini’yi, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcını araştırırken birkaç adım ötenizde olduğunu bilmek... Bu eşsiz eserlerle ilgili kitap sayfaları arasında kendinizi kaybetmişken… Bulunduğunuz bu ışıltılı binanın sıradan bir kitaplık olmadığını, maddi olarak ölçülemeyecek derecede bir değer olduğunu düşünüyorsunuz sanıyordum! Burası bir saray değil ama Tarihi ile içe içe geçmiş bir ilim irfan yuvası olduğunu düşünüyorum! Basın açıklamanızda yer alan bu cümleler içimizi acıtırken anlamakta da zorlanıyoruz gerçekten!

Ben ‘Manolya ağaçları gölgesinde, arnavut kaldırımlı, renklerin ahenkle dans ettiği bu sokağa gelip… Bu mekana bir kapı tokmağıyla adım atıp, kitaplarla dost, gülen yüzlerle dost olmaya, tarihin derinliklerine yolculuğuma devam etmek istiyorum.’ derdim!Soğukçeşme Sokağın tümüyle ticari işletmelere terk edilmesinin gerek turistlik, gerekse tarihe saygı anlamında olumsuz etkileri zaten olacaktır. Binanın otel, lokanta veya kafe olarak kiralanması ise Sn. Çelik Gülersoy’un vasiyetine uygun bir karar değildir.

Bu zarif ve ışıltılı mekanın yine bir o kadar zarif, nazik Ziya Amcası! İçimizi acıtan tasfiye haberlerini duyunca, belki de son defa İstanbul Kitaplığı’na gitmek istedim. Ve açık saatlerini öğrenmek için hemen telefona sarıldım. Karşıdan nazik, yumuşak, şefkat dolu bir ses ile Ziya Amca beni kütüphaneye davet etti! O kadar etkilenmiştim ki, bu telefon görüşmesini hemen not aldım. Yazımda mutlaka Ziya Amca’ya da yer vermeliydim. Sevgili Ziya Arslan 25 yılını İstanbul Kitaplığı’na vermiş bir emektar. Bu bilge mekanın ışıltısını üzerinde taşıyan, bunu misafirlerine yansıtan Ziya Amcam çok yaşa, sağlıkla yaşa, emeğine, yüreğine sağlık!

Ben bundan sonrada Soğukçeşme Sokak’da yürürken, İstanbul Kitaplığı’nın kapı tokmağına vurup, Ziya Amca’nın açmasını beklediğim bu kapıdan ışıltılı, bilge bir dünyaya adım atmak istiyorum! Duvarlarındaki eski fotoğrafları, resimleri, eski eşyaları… Güneşin içeri süzülüp size inanılmaz bir ambiyans yarattığı ortamda sayfaları çevrilen kitapları… Sokağı izlemek için camdan baktığınızda karşınıza tüm ihtişamı ile Ayasofya’yı… Hatta Sultanahmet Meydanı, Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı, Aya İrini, Yerebatan Sarnıcı… Hepsini ama hepsini hissederek, birkaç adım ötemde olduğunu bilerek sayfaları karıştırmaya devam etmek istiyorum!

Sn. Neslihan Yalav`ın masasına doğru Ziya Amca ile ilerlerken… Yaşanmışlıklarla dolu, ruhu ölmemiş olan bu ortamı özümsüyorum. Neslihan Hanım’ın akıcı muhabbeti, derin bilgisi, ilgisi, sıcaklığı, kitaplığı sahiplenişi bu koşullarda dahi pozitif enerjisiyle başka söze yer bırakmıyordu zaten! Çelik Bey’inde bu eşsiz emanetin yönetimini Neslihan Hanım’a teslim etmesine şaşmamak lazım! Candan, samimi Sevgili Kütüphanecimiz! Bu satırları yazmıştım ama sabah sosyal medyada dolaşırken, tanıyor olabileceklerim arasında Neslihan Hanım’ın sayfası karşıma geldi. Fotoğrafları arasında gezinmeye başladım. Fotoğraflar nasıl asil, nasıl tarz, neşeli, keyifli, güler yüzlü! Bu ışıltılı binanın yansımalarımı desem bilemedim. Ama yarım saatlik muhabbetimizle yukardaki satırları yazmışken. Fotoğraflar ile bu düşüncelerimin pekişmesi beni de çok mutlu etti. Neslihan Hanım’la sürükleyici bir muhabbet sonrası Ziya Amca ile adım adım merdivenleri çıktık. Üst katın ayrı bir büyüsü olduğunu itiraf etmeliyim. Ev sıcaklığında bir salon… Tüm salonu aydınlatan güneş ışıkları… Çelik Bey`in kitapları... Ancak, Yönetim Kurulu toplantısı devam ettiği için oldukça kısa ve sessiz bir ziyaret oldu.

İstanbullu’ların ortak mirasıdır İstanbul Kitaplığı!
Sultanahmet bölgesine değer katan, gelecek nesillere ait olan bu eşsiz kitapları, konumu itibari ile de özel bu mekanda koruyalım! Kültür ve tarihine sahip çıkan bir İstanbullu olarak; İstanbul Kitaplığı’nı korumak, İstanbul’un kimliğine sahip çıkmak zorunda hissediyorum kendimi! Aydınlık yarınlarımız, gelecek nesillerimiz için buna mecburuz! Bu özel arşiv yerinde korunmadığı takdirde yok olacağı malumumuzdur!

Yazardan Not1: İstanbul Kitaplığı, Çelik Gülersoy Vakfı ve Sn. Çelik Gülersoy ile ilgili detay bilgilere ekli link’den erişebilirsiniz. http://www.celikgulersoyvakfi.org/

Yorumlar